23 Şubat 2011 Çarşamba

Vay be, kadınmışım ben!


Kadınmışım, kadınmışsın, kadın mı, kaldı mı? 

Uzun süredir unutmuşum da ara ara hatırlıyorum kadın olduğumu… Kah zorla, yolda yürürken yediğim laflarla, kah güzellikle, arabanın kapısı tutulunca … Birilerinin gözünde sadece etten ibaretken, birilerinin de gözünde safi beyin... 

Yaşanan ilişkiler sayesinde nasıl biri olduğumu, nasıl bir kadın olduğumu anlayabiliyorum ve asıl önemlisi nasıl algılandığımı daha net fark ediyorum… Bak şimdi, bu da olmadı ki, nereye kadar hep başkalarının gözünden kendime bakmaya devam edebilirim, cık cık. Geçenlerde bir arkadaşım, gece dışarı çıkarken soruyo, "o kırmızı ruju sürmek istiyorum ama geçen hafta herkes dalga gecti diye silmek zorunda kaldım, ne yapsam acaba?". Allah allah, yani neden, sen sevdiysen sür, tabii kırmızı ruju taşımak o kadar kolay değil ama kuralına göre makyaj yaparsan her daim taşıma şansın var.. 5 kişi kötü dedi diye kırmızıya da ruja da küsmek mi lazım? Herkes belirli kalıplar içinde ya kayboluyor ya da sivirilip parlıyor…

Son günlerde çok ama çok fazla küfürlü konuştuğumu, oturup kalkmamın ne kadar da erkek egemen olduğunu farkettim. Bir de üstüne üstlük bunları gururla yaptığımı da fark etmem ayrı bir olay..

Bakıyorum da uzun zamandır, ilkokuldan beri, hep erkeklerin yaptığını yapmaya çalışmışım, misal en sevdigim oyun futboldu, neden? Ağabeyimin kızkardeşi olduğumdan mı, sürekli sokakta oynadığımdan mı? Aman laf atmasınlar diye hep pantolon giymekten mi, yeni yeni çıkan memelerden utanıp yıllarca sporcu sütyeni kullanmaktan mı ? Yoksa yine erkek egemen bir toplumda, erkeklerin sözü geçtigi, pohpohlandığı bir piyasada calışmamdan mı?


Ben de gelinliğimi hayal ediyordum, ben de pamuk prenses oldum zamanin da hatta işin doğrusu kul kedisi ama çok ufaktım yahu, çok ufak. New Kids on the Block dinlerken baktım abimin metalci çevresi daha eğlenceli, Sindy bebeğimin saçalarını kestim, etek yerine pantalon giydirdim, en yakın arkadasi He-Man oldu, Conan en sevdiğim çizgi kahramanim, idolum de pek tabii Kizil Sonya. Ne ara bacaklarımı aça aça yürmeye başlayıp, küfrü hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline getirdim de prenses olduğumu unuttum, utanmasam yakında hayalarımı avuçlayıp gezeceğim…

Anaaam, bir de topuklu ayakkabı durumu var tabii. Her kadının gönlündeki yüksek ökceler, kutularında çürümeyi beklerler. Kadın gibi hissetmenin en şık yolu. Var var da nerde topuklu giyecek yürek, yol, kaldirim. Daha düz yolda yürümeyi beceremezken bir de topuklu giyince, gel eğlenceye… Zaten topukluyla yürümeyi beceremeyen hiç giymesin, ne o öyle gibi dizleri kıra kıra yürümek. Gerçi bu konuda şanslılardanım zira rahat yürüyorum topukluyla sadece iş hayatımda ve gündelik yaşamımda yer bulamıyor narin ayakkabılarım kendine.


İş hayatının her kolunda pozitif ya da değil, kadınlara karşı ayrımcılık var. Bir kere düşünün bir kadına uzun süreli yatırım yapmıyorlar, neymiş evlenip doğuracakmış da işi aksatırmış da, falan filan. Eh böyle olunca ne oluyor bir çok kadın ya saklıyor ya da hayata karşı düşüncelerini değiştiriyor. Zorlu bir rekabet ortamından sonra da asıllar unutuluyor dayatılanlar benimseniyor. Yuvarlak hatlar içinde sıkışmış hayaller ve tercihler...

Uzar gider konu böyle de kadın olmaktan utanmak, kadınca seyler düşünüyor olmaktan kaçınmak, kadınlığı becerememek, üzerimizde taşıyamamak ana mevzuu. Yazık bize, ne hale gelmişiz. Acaba biz mi gelmişiz, ya da şartlar yüzünden dönüşmüşüz bu hale? Halbuki kadın olmak güzel, vallahi billahi güzel. Asıl güç bizde... Bir de alımlıysan, bir de bakımlı olup, kendine güvenebiliyorsan, kendi değerinin farkındaysan, değmesinler keyfine… Düşünsenize şöyle yolda süzüle süzüle, başın dik yürürken, herkes hayran, laf atmaya bile korkarlar… Bir parça et muamalesinden çok hayranlığı fark edersin bakan gözlerde.

Annem hep der “Kızım, bir allık bir ruj sür dışarı çıkarken, hem sen kendini çok daha iyi hissedersin”… “Amaaaan anne yaa, ne uğraşacağım, hem kim görücek bu saatte!?”lerden kaçınıyorum artık. Her daim çantamda makyaj çantam var (eh her zaman kullandığım söylenemez ama bu da bir gelişme). Amacım birisine bir şey göstermek değil, öncelik kendimi iyi hissetmek, kadın olduğumu kendime fark ettirmek. Kadınlığımla barışmak, kadınca düşüncelerimden kaçmamak. Bu arada makyaj yapınca mı kadın olunuyor demeyin, örnekti bu!


.. ah ahhhh, bir de çevremizdeki erkek kişiler bizim kadın olduğumuzu hatırlasa..

15 Şubat 2011 Salı

Önce kendine sonra etrafına bir bak!


Çok uzak değil, sadece 30 yıl önce, ana babalarımız, tek yürek olup amaçları uğruna çırpınırken, hapise girerken, sürgün yerken, biz ne ara bu hale geldik?
Meydanlarda bağırıp çağırıp dayak yiyenlerin çocukları olarak ne ara söz alıp da okulda konuşamayanlar olduk? Ne zaman çevremize saygı duymayı bıraktık, ne zaman sevmekten ve sahip çıkmaktan vazgeçtik? En önemlisi, ne ara kendimizden vazgeçtik?

Çoğumuz dünyadan bihaber yaşayan, kendine öğretilen doğrulardan ve üzerlerine giydirilmiş kalıplardan kurtulamayan kör, sağır ve dilsizleriz.
Herşeyden vazgeçmişçesine yaşayan, kendi isteklerinin bile farkında olmadan, amaçsızca yaşayan bizleriz.
Sündürülmüş beyinler, sürgündeki, evsiz barksız ruhlar, evet evet onlar, biziz.

… gözler arada parlıyor, çipil çipil, belli ki aklına bir fikir geldi ama güven sıfır. Konuşmaz, anlatmaz, paylaşmaz. Kim dinleyecek ki onu, asıl soru kim ki o… ?
Birikimlerinin, yeteneklerinin ve kendi değerlerinin farkında olmayan bizler, karanlıklarda kaybolduk.

Hic düşünmeye fırsat bulamadan, çalıştık da çalıştık, sonunda binlercemiz universiteye girdik. Ana hedef diploma sahibi olmak, eee adam olmanın ilk etabı tabii. İkincisi iyi bir iş bulmak, bulunan işe sıkı sıkıya sarılmak, evlenmek, çocuk yapmak... 20 sene sonra da mutsuzluklardan mutsuzluk beğenmek. Son etabı, başka koyunlarda şefkat aramak veya kendini meditasyona vermek. Başarı ile atlanan etaplardan sonra  kazanılan ise koca bir sıfır.


... uzaklardan gürleyerek gelen sesi duyar ve korkudan altımıza ederiz.  Ses sorar ‘ben bu hayatı sen icine sıç diye, ben bu aklı sana çöplüğe cevir diye mi verdim?’ Anaaaam, n'oldu simdi, aha kaldık sınıfta. Ben bana sahip çıkmadıkça başakası da çıkmayacak. Hah bunu da bileyim de öyle yaşayayım.

Sadece ve sadece konuşmak, dırdırlanmak, saatlerce şikayette bulunmak, anlamsızca çözümler üzerinde konuşmak ama tam yanınımızda dayak yiyen bir kadına destek olamamak. Bu korkaklık neden?

Bu kadar bencil yaşarken, asıl benliğimizin farkına varamamak, hayallerimizi hiçe saymak. Çok yazık, çok. İçimizdeki çocuk zırıl zırıl ağlarken, diğer taraftan hayallerinin peşinden gideni de dışlamak. Farklı bir şeyler yapmak isteyenleri, özgürce düşüncelerini paylaşanları taşlamak… Kıskançlıktan ne yapacağımızı şaşırıyor, benim olmayanı kimseye yar etmem diyip, savuruyoruz taşları, artık kime rast gelirse.

Bizler bir elin beş parmağını geçemeyecek kadar ufak bir azınlığın üyeleriyiz. Şanslıyız bir çoğundan. Aldığımız eğitim, yaşadıklarımız, gördüklerimiz. İletişebiliyoruz en nihayetinde. Ama ne kendimize ne de çevremize bir yararımız var. Ne de birbirimizle anlaşabiliyoruz.

Sanıyoruz ki, belirli gunlerde, bir seyleri, birilerini anmak icin profil resimlerimizi değiştirince, adam oluyoruz. Yararli olduk memlekete, ülke değişti, herşey cok guzel, çok rahat ve refah içinde... Hadi ordan,  diğer kalan 364 gün ne yapıyoruz, bu çürümüş düzenin değişmesi icin? Bir gün profil resmini değiştirince, aman aman ürktü büyükler, doldu meydanlar!  

Tüm bunların nedeni tartışılır, binlerce sebep bulunabilir ama bu şekilde kalmamızın hiçbir açıklaması yok. Kendimize ve en önemlisi, çevremize daha fazla duyarlı olmalıyız, saygı duymaliyiz.

Eh soracaksiniz, Dilek sen ne yaptın bugune bugun… Nerede, ne iyiliğini gördük. Cevabım yok, veremem, ne desem yalan. Ama çabalıyorum, kapasitemi sorguluyor, neyi nasıl yapacağımı bulmaya çalışıyorum. Hedefim ve hayallerim var  ve  evet, belki safça ama ben bir şekilde başarabileceğime inanıyorum.

Herşeyi bildiğini sanıp yersiz ahkam kesenler, komşunun yaptigini yadırgayıp evinde daha beterini yapanlar, düşene bir tekmeyi borç bilenler, ey insanlığını kaybedenler, artık uyanma vakti… Gözümüzü açtığımızda birşeyleri değiştirmek icin çok geç olabilir… Nereden başlayacagımız bize bağlı, ister elimizden tek tek alınan haklar icin, ister hayatimizdan çaldığımız  saatler icin, ister sokakta donarak ölme tehlikesi geçiren Ayşe Teyze için, ya da açlıktan ölmekte olan bir sokak kedisi icin…

Hadi be, biraz daha gayret!