22 Kasım 2010 Pazartesi

Normalmişim değilmişim, kime ne?

Bu ay başı deli gibi Susan Miller'in Kasım yorumlarını bulmaya çalıştım, evet bunu yaptım, ne var? Yani son 3 aydır yapıyorum, bu bir sorun mu?  Bir sabahın köründe de Işıl'ın duvarında hack'lenmiş Kasım ayı burç yorumlarını görünce de çok sevindim. Bir çırpıda okudum, ohh sefam olsun. Hah ahahahah her kelimeyi anlamama imkan yoktu, yanımda sözlük olmadan, ama anladığım tek şey var işlerim artık yoluna girecekmiş. Bu ay (geçen ay olduğu gibi) benim ayımmış. Burası tamam da iş gönül meselelerine gelince öyle pek iç açıcı değil anlaşılan. Gerçi benim işlerim açılmadan gönlümü pek birilerine açasım da yok, karşımdakine yazık, yazık vallahi de yazık, ondan da çok bana yazık.


Bu arada Susan sen bir yalancısın.. Ne oldu benim romantik günlerim?


Aralık geldi çattı. Ama ben 2010’un bitmesine hazır değilim zira daha yapılması gereken şeyler var. Bulmacanın eksik kalan yerlerini daha çözemedim ki.


Geçenlerde anneme kahvaltıya gittim, birisiyle beraber olup olmadığımı sordu o en tatlı sesiyle. Cevabım çok nazikti, "Hayır anneciğim!", ama ses tonum bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğimi fazlasıyla ifade edebildi. Geçen gece de telefonda şu soruyu sordu, "Eee, tatlim artık normal bir iş yapmanın vakti gelmedi mi?". Cevabım, "Şimdi bu konuyu konuşmak istemiyorum,  çok yorgunum zaten, hadi bayyyy!", "aman be, üfff annneee, yine mi?" ses tonumla.


Bir eş ve bir normal iş... Bana, bu ikiliyi, birileri açıklayabilir mi? Çünkü hissediyorum hafiften ben gerilmeye  başlıyorum ki bu iyi değil,  ben gerildikçe gerenlerdenim.  Etrafta bir sürü mutsuz kişi, Allah korusun, zincirleme facia olur.


İnan anneciğim, her iki konuda da zaten büyük endişelerim var ama şu anda beni en çok düşündüren yarın ne giyeceğim konusu. Hah ahaha, kaç Dilek kaç da nereye kadar?


4 ay öncesine kadar gayet normal bir ilişkim ve bir işim vardı.  Ama aşikar ki her ikisiyle ilgili de normal gitmeyen bir şeyler varmış ki her iki normalle de ilişiğimi kesmek durumda kaldım. Şimdi ikisi de yok ve yokluğumdan pek müzdarip değiller ve normal olarak hayatlarına devam ediyorlar. Bu durumda anlaşılan normal olmayan tek kişi/şey benim. Tamam da NORMAL ne demek? Sanırım toplumun kesinleştirdiği tabular ve kalıplar içinde kalanlar normal de, birazcık çizgiyi aşan anormal.  Ok, o halde ben ANORMAL olmaktan çooook memnunum. 


Eğri oturalım doğru konuşalım biraz da kendime haksızlık ettiremeyeceğim. İyi normal bir eş ve iyi normal bir iş için en uygun ortamdayım çünkü ikisi de yok, lla all allaaa. Bu demektir ki aslında doğru yoldayım. Tek bir sorunmuz kalıyor o da 38 gün içinde bir mucize gerçekleşir mi, yılı bitirmeden iyi eşi ve işi kapar mıyım? Ne bileyim Kızıldeniz’in yarılması da herhalde 1 yıl sürmemiştir değil mi? Tamam tamam, cıvımayı bırakıyorum da bu işin eğlenceli kısmı bu, ben ne yapayım? 


Normalleri elimin tersi ile iterken en çok koyan tarafı ise dalga dalga gelen mahalle baskısı. Yaş da aldı başını gidiyor hani.  Bakın şimdi, bayramın ilk günü annemdeyim, ilk bayramlaşma için tabii ki kapıcımız Memet Abi ve ailesi geldi. Herhalde en az on senemiz var aynı apartmanda olalı, eskiden bayramlarda saat 09:00 gibi kapıyı çalarlardı, tabii biz maaile henüz pijama ve muhtemelen kahvalatı sofrasında olduğumuz için son iki senedir saat 11:00 gibi geliyorlar. Kahvaltı bitmiş oluyor da hala pijama konumundan çıkamadık.  Neyse konudan uzaklaşmayalım, bayram tebrikleri ve nasılsınızlardan sonra (sanki hergün görüşmüyorlarmış gibi)  Naime Abla “Dileeeeeyk, senin de mürüvetini bir göremedik !!!!” dedi. Bu gibi yorumlara klasikleşmiş cevabım “Acelem yok canım, hayırlı olacak ise olsun yoksa olmasın daha iyi”. Herkes hak verdi de konu kapanamadı bu sefer. Sabaha annemle küs başladığımız için bir anda çocuk muhabbetine girildi, çocuğun ne zor bir iş olduğuna, nelerden feragat edildiğine vs vs vs derken Naime Abla yine koydu lafi “Olur mu abla çocuksuz, tabi ki yapacak!!!!” Aman be aman ! Anne ve akraba baskısını az buçuk krizlerle atlatıyorum da dışardan saldırı gelince pek de savunamıyorum kendimi çünkü sesimi yükseltemiyorum. Anlaşıldığı üzere bu tip tartışmalar, aile içinde konuşulduğunda, benim cinnet geçirip bağırmamla sonlanıyor. Kaçınılmaz zafer!


Yahu adam var da ben mi almıyorum. Çok mu kolay öyle koynuma alacağım, dünyamı açacağım, güveneceğim eşi bulmak, bulunca da anlamak. İşte bu nokta en önemlisi o kadar güvensiz hale geliniyor ki karşımıza çıkanı bile anlayamıyoruz, vah vah demek kalıyor sadece gidenin ardından. Bence herkes bir gün homoseksüel olacak. Karşı cinsle bu adar anlaşamıyorsak tek care hemcinsine yönelmek olacak. Ki erkeklere daha çok hak veririm vallahi, kadınlar zor be anacığım çok zor. Daha biz bilmiyoruz ne istediğimizi, onlar  nasıl bilsin?


Aman aman bir de sosyal hayatın verdiği ızdırap.  Hiç baktınız mı etrafınıza ne kadar çok yalnız kadın var, cafélerde, barlarda, sokakta… Erkeklerin işi bu noktada daha rahat, bizse sürekli rekabet içindeyiz.  Yani beyler, bir saniye, demek istemiyorum ki sizin hiç derdiniz yok, başarısız ilişkilerden ağzınız hiç yanmamış, sizin kalbiniz hiç kırılmamış ama hadi ama doğrusu bu, etrafta yüzlerce alımlı, güzel, akıllı, bekar ve bekleyen kadın var, yani şansınız çok yüksek. Ha gayret, sadece bir adım atmanızı bekliyorlar.


Yalnız kadın olmak gerçekten zor zanaat. Evlenmiş arkadaşların arasında tek bekar kalan (rahmetli anneanem kalık derdi), nereye gitseniz genelde üçüncü kişi olmak, gece eğlencesinde "ne olur bi kere"lere maruz kalmalar, işte sürekli davetkar taciz dolu bakışlar. Halbuki evli olsak, hele de bir çocuğumuz varsa bizden itibarlısı yok. Yalnız kadın her zaman bir tehdit oluşturuyor, düzen bozan ahlaksız şey. Biraz da güzel ve akılllıysan eyvah eyvah, gardını al, geliyor dedikodu okları, imdat!


Yazmakla bitmeyecek, örnekler pek sevimli değil de benim bir seçimim var. Ne istediğimi bulana kadar ben bir eş ya da bir iş peşinde koşamayacağım (gerçi peşimde olanları da değerlendirmeye alıyorum, o ayrı). Şu an tercihim kendime zaman ayırmak üzerine. Tabii ki normal bir ilişki ve her ay sonu gelen yüklü bir maaşın özlemini duyuyorum bazen ama bu yolu ben seçtim, mutlu olmayacaksam her ikisini de istemiyorum. Buna kimse saygı duymayacak mı?  


Toplumumuzca (inanın en bohemi en danteli bile bu şekilde düşünüyor) şımarıkça bir hareket sayılan bu tercihlerle, normal olmamayı seçtiğim günden beri hem bir işten hem de bir ilişkiden ne beklediğimi anlamaya çalışıyorum. Net cevaplar bulduğumu söyleyemiyeceğim çünkü aslında nerede, ne zaman kaybettiğimi bir türlü hatırlayamadığım Ben'i bulmaya çalışıyorum. Evet ya BEN. Ben ne istiyorum, ben ne bekliyorum, ben ne yapıyorum, kimim ve kimi oynuyorum?


Oynamak, oyun, sahne, kukla, maske, kostüm, drama, komedi, hepsi güzel de gerçeğim nerede? Yıllarca bana giydirilen bu 3 beden küçük korseden ne zaman kurtulup da derin bir nefes alabileceğim. Kendi seçmediğim bir rolde ve oyunda neden başrolde oynuyorum. İnanmadığım bu projeyle nasıl en iyi kadın oyuncu ödülünü almamı bekliyorsunuz? Hayır, artık oy-na-mı-yo-rum.


32 yıl geçti, eğrisiyle doğrusuyla. Hiçbir yaptığımdan pişman değilim, bundan sonra da olmayı planlamıyorum. Her gün uyandığım için şükrediyorum, olabileceklerden korkmamaya, gereksiz endişelerden kurtulmaya çalışıyorum. Yani hakettiğim hayatı kurmaya niyet ettim bir kere. Bu kadar sadece bu kadar. Normal ya da değil, inanın hiç umrumda değil!

10 Kasım 2010 Çarşamba

Umumi Tuvaletlerdeki Izdırap

50 TL vereyim de temiz tut, lütfen? Hatta 100 vereyim etrafa sıçratma.


Şu günlerde zorunlu dersler ve ilk öğretimin uzatılması tartışmalarına ek olarak,  müfredata  bir iki ders de ben eklemek istiyorum. Bu derslerin hepsi uygulamalı olacak.
1-  Umumi tuvalet adabı
2- Yolda yürüme sanatı
3- Toplu taşıma araçlarına nasıl binilir ve nasıl inilir?  gibi


Bu toplumda kimsenin kimseye saygısı yok, hoşgörü de zaten kalmadı. Ehhh, bu durumda benim tiksinme ve sinir krizlerim de her geçen gün artış gösteriyor.


Şimdi zorunlu derslerimizden ilki: Tuvalet adabı.


Öncelikli olarak ister zengin ister fakir, kadın ya da erkek, kim olursak olalım eninde sonunda tuvalet ihtiyacımız var.  Burada kimse kimseden farklı değil. Yersin, içersin sonra da ..... Ama tek fark var, sonucta ortak kullanım alanlarında tuvalet ihityacımızı giderecksek biraz daha özen gösterilmeli. İnsan kendi evinde isterse küçük için lavaboyu, büyük için de küveti kullanabilir, kimse ititaz edemez amma velakin günde en az 150 kişinin kullandığı tuvalet ve kabini öyle kendisine özel malmış gibi kullanmaya kimsenin hakkı yok.


Gerçekten anlayamıyorum, nasıl oluyor da deliği bir türlü tutturamıyoruz, o tuvalet kağıtları nasıl oluyor da bir turlü çöp kutusuna giremiyor.  Hadi kazara oldu peki neden o zaman bir zahmet, bahçe sularmış gibi kullandığımız tuvaleti çıkmadan neden temizlemiyor ve yere düşen kağıdı neden çöpe atmıyoruz? Ben, tuvaleti kullanacak sonraki kişi, neden küfretmek zorunda kalıyorum ya da işimi göremeden öğürerek oradan kaçıyorum?


Bu tuvaletler yüzünden daha da takıntılı oldum,  hiç bir yere dokunamaz hale geldim, tiksiniyorum çünkü. İnsani ve fiziksel sebeplerden ötürü tuvaleti zorunlu kullanma ızdırabına ayrıca hiç katlanamıyorum. Değerlilerim onlar benim, öyle heryere emanet edemeyeceğim.


Geçen hafta bir akşam Gmall'da yemekteyiz, muhabbet güzel, yemek güzel. Yemek güzel de bir kusur var, servis tabii ki yine başarılı değil. İşin aslı başarılı yemek servisi veren yerler de sayılı  (ah hahha, yeni bir ders konumuz daha oldu, hizmet sektöründe nasıl hizmet edilmelidir). Yemek sonrasında filme gireceğimiz için tabii ki bir ihtiyaç molası verme  zorunluluğu da baş gösterdi.  Kalktım bayanlar tuvaletine gittim. Manzara hiç de yeek üstüne ayık değil. Yer ıslak, ayakkabılar da eklenince çamur izleri. Kabinlerden söz bile etmek istemezdim ki kelimenin tam anlamıyla rezalet.


Kabinin içi daha da çamur, hmm niye çamur olabilir çünkü daha önceki kullanıcı bayanlar, muhtemelen pis olduğu için klozete oturmak yerine ayakta iş görmeyi tercih etti ki bu da ayrı bir maharet istediği için beceremeyip yere işedi. Tamam, kendi sidiğin sana iyi de benim paçalarımın ne suçu var? Paçamı mı kaldırayım, pantalonu mu tutayım, nasıl yapayım kadın bir söyle. Bu kadar zor mu evindeki özeni burada da  göstermek.  Bu arada koku kısmınını da es geçemeyecğim. Hani hepimizin bildiği umumi tuvalet kokusu ve sanki o tuvalet saatlerdir temizlnemiyormuş izlenimi bırakıyor.


Küfrede küfrede çıktım elimi yıkamaya gidiyorum, lavabonun içinde saç var ki hayatta en tiksindiğim şeylerden biri (kendi saçıma bile dayanamıyorum). Sabunluk çalışmıyor, yana geçtim musluk çalışmıyor, bir o yana bir bu yana seke seke elimi yıkadım. Kurulamak için de 10 adımda kağıt havluya ulaştım ve evet ben de yerlere su damlattım, pefff. Elimi kuruladıktan sonra da hiç bir yere dokunmamak için son çabam de diresiğimle kapıyı iteklemek.


Bahsi geçen yer Gmall, yani gelir düzeyi orta ve yüksek olan bir kesimin sık sık kullandığı bir mekan. Bu durumda ne beklersin, eğitim düzeyi daha yüksek bir kesim tarafından kullanıldığını. Ama anlaşılan şu ki bu kesim hiç mi hiç adam değil. Cebindeki para ya da altındaki arabanın inan hiç önemi yok. Sen daha  çevrene önem vermeden etrafa saygı duymadan, hiç bir şey olamazsın.  Ki ben de bu grubun içindeyim. Buradan konuşması kolay tabii, acaba farkında olmadan ne hayvanlıklar yapıyorum ve yapanlara da göz yumuyorum.


Peki tüm suç tuvaleti kullanan müşteride mi? Yooo, müesse belki daha da suçlu. Tamam günümün 24 saatini Gmall'un tuvaletlerinde geçirmiyorum ama sonuçta ne zaman girdiysem hep aynı görüntü. Bu durumda bence biraz daha özenli ve sık temizleme yapılmalı. Belki çoook temiz bir tuvalette etrafa sıçratılanlardan utanıp bi zahmet temizleriz ya da lavaboya taradığımız saçları toplamayı akıl ederiz. Mi? aslında pek de emin olamadım...


Şimdi eğri oturup doğru konuşmak lazım. Kadınlar için tuvalet tam bir eziyet, otursan oturamazsan ayakta yapamazsın. Çünkü tuvaletin temiz olduğundan hiçbir zaman emin olmazsın. Bu durumda müesseseden ne beklemek lazım? Mesela, klozet üstü kağıt (adı ne onların acaba?) ya da sık sık rastladığımız o özel kendinden dönerli, alacalı bulacalı otomatik klozetlerden ya da klozetin üstünü temizlemek için sıvı sabun. Eh bunları bulup hala leş gibi kullanan varsa diyecek pek bir söz de kalmaz.


Ayyy ayy şimdi aklıma geldi, bir de alaturka tuvaletlerdeki rezalet.. Sıçratma durumu offf ki ne offff....


Acaba erkekler tarafı nasıl? Bazen düşünüyorum ki onların tuvaletleri bizimkinden daha mı temiz oluyor.


Şimdi düşünüyorum da Kanyon'un tuvaletleri hep temiz oluyor sanki, yanılıyor muyum? Üff, en fecisi de yemek yemek için gittiğiniz restorantların tuvaletlerinin leşliği. Ya da gece kuluplerindeki taşmış çöp kutuları. Eeee faturaya %10'luk hizmet edelini eklemeyi, bir gıdım votkayı 25 TL'ye satmayı biliyorsunuzu da bir zahmet tuvaletlerinizi temizleyemiyor musunuz?


Hah ahah bir de neden Starbucks tuvaletleri de hep aynı şekilde kötü kokar. Acaba daha az kullanılsın diye bilerek mi yapıyorlar, düşünsenize özel ürünleriymiş, sadece çok özel marketlerde satılıyor "çiş kaçıran sprey".  Gerçi böye bir amaçları varsa bende işe yarıyor çünkü çoğu kez o tuvaletlere giremeden kaçıveriyorum oralardan.


Herşey bir yana açık hava festivallerindeki tuvaletlere laf edilir, neymiş pismiş. Eeee ne bekliyoruz anlamıyorum ki, adı üstünde mobil tuvalet.  En azından ondan neleri beklemememiz gerektiğini biliyoruz, misal sifon, misal taharet musluğu. Bu tuvaletler doldukça temizlenir, yapacak bir şey yok, vidanjör gelir, hortumu sokar ve çeker alır.  Öyle süper bir temizlik beklentisi olmasın, dünyanın her yerinde böyle.


Ama sabit tuvaletlerde, çok şık bir alışveriş merkezinde ya da restorantta kabin kapısını açınca benim beklediğim tek şey temizlik ve hijyen. Bunun için de tonlarca para ödüyorken, bu en basit hizmeti alamayınca inanın bende ipler kopuyor.


Hahha hha az kalsın unutuyordum bir de alaturka tuvalet alışkanlığımızı bozamadığımız için ayakkabıları ile klozete tüneyenlerimiz var. Bir ara işyerimde bunu yapanı bulamak için tüm ayakkabı tabanlarına ve numaralarına baktım, sonuç başarısızdı ama olsun. Madem tünüyosun bir zahmet ayak izini sil kardeşim..


Bir de uyarıları hiç dikkate almayan çok asi bir milletiz. Başımıza buyruk istediğimizi yapan, özgür ruhlarız. Ve bunu gösterebildiğimiz tek yer tuvalet. Yasakları deleriz, tuvalet kağıdını klozete atınca en büyük biziz. Bu uyarının nesi anlaşılmıyor. "Lütfen klozete kağıt vb maddeler atmayınız" Bir sebepten ötürü yazılmış, bu da büyük ihtimal güzel memleketimizin alt yapısı çok yetersiz olduğu için tıkanan borular ve taşan tuvaletlerdir.


Peki sifon çekmeme durumu nedir peki? Ey sevgili tuvalet kullanıcısı, benim asli görevim idrar yapmak değil, mümkünse seninkiyle de pek samimi olmak istemiyorum, lütfen bir zahmet sifonla samimiyeti arttıralım.


Bu liste uzayıp gidecek, ben yeni ders konuma hazırlanayım; toplu taşımadaki hallerimiz.


Bol sifonlu ve hijyenik günler dilerim. Kuru kalınız efendim.

1 Kasım 2010 Pazartesi

İlişiksiz ilişkiler... Bir dur ve bak!


1 Kasım 2010, Pazartesi

İkili ilişkilerden yani sevgili muhabbetlerinden haz etmeme rağmen maalesef daha fazla kaçamayacağım. Ben kimim ki bununla savaşabileyim? 

Zaten sırf benim değil, şu anda herkesin en büyük konusu, derdi bu. Yanımızda olmayan kişi, sevgili, yar, eş, dost.. Adı ne olursa olsun, sabah yatakta yalnız uyanmakla ilgili birşey ya da akşam aynı yatağa girmene rağmen yanındaki kişiyi tanımamakla ve katlanmakla ilgili. Gerçekten kim olduğumuz ve ne istediğimiz ile ilgili...
Maskeni Çıkart

Gerçeklikten kaçarken sığındığımız yalan bir liman belki de ilişkilerimiz ve arayışlarımız. Ne zamandan beri katlanmak oldu birliktelik ve yalnız kalmamak için herhangi birisine vermeyi zorunlu hissediyoruz.  Vermekten kasıt bedenen bir sunum değil, benliğimizi vermek. Haketmeyene sunumda bulunmak. Bu konu sırf sevgililik ile ilgili değil aslında arkadaşlıklarımız da bu münasebetsizlikten payını almıyor mu?

Birisiyle beraberlik, hımmm, tek kişi ile ömür geçirme, bunun için anlaşma yapmak, imzalar atmak. Gelecek hedeflerimizi hep bunun üzerine kurmak…. Peki  aslında evlilik doğamıza aykırı değil mi? Yok yok bu soru yanlış oldu, tek eşlilik doğal mı?

Her iki cins için de pek doğal görünmüyor.
1-    Erkek:
Kedi misali her yere "pıst"lama ihtiyacı içerisinde. Mümkün olduğunca dölümü dağıtayım, şanım yürüsün düşüncesinde. Hatta bazı zamanlarda bunun için bir seçim yapma kısmını bile es geçer durumda çünkü fiziksel olarak bunun ihtiyacı içinde.
2-    Kadın
Kur yapılmasının ihtiyacı içinde. Ona, onu en üstün kadın gibi hissettirecek en güçlü erkeği iliklerine kadar sömürmek asıl derdi. Ben mükemmelim, herkes beni sevsinci.  Eeee, böyle bakınca 1 erkek 1 kadını ne kadar uzun süre muhteşem hissettirebilir? Benim gördüğüm öyle çok uzun sürmüyor o iş. 
Nerde tıkanıyor, sebep ne, kadında mı problem erkekte mi? Bu konuya da derinlemesine inilmeli (ama daha sonra, o kadar yetkin değilim)

Tek eşililiğin iyi tarafları da var. Her güne emin uyanmak, dertleri paylaşmak, ortak adım atmak, en önemlisi paylaşmak.. Ama bir şeyi kaçırıyoruz, her iki taraf için de geçerli. Tavlamak için o güne kadar yaptıklarımızı bir anda unutuvermek, pıstlamak ya da beğenilmek için çaba göstermemek. Ahan da en büyük yalnış, eşin olan kişiyi görmezden gelme durumu.
-       Erkek: Ohh nasıl olsa kaptım karıyı, her gece benimle istediğim zaman "pıst"larım.
-       Kadın: Ohh kapakladım herifi en sonunda amma da kanırttı, her gece dışarlarda, her gece bakım/ makyaj, yemek yemeyi unuttum kilo almayacağım diye, şimdi biraz da ben keyfini çıkarayım. 

ZAAAAAARRT >>> YANLIŞ.... N'apıyorsun, nerdesin, kimlesin, en önemlisi sen kimsin? Onunla neden bu ilişki içindesin, ne istiyorsun ve karşılığında ne veriyorsun?

Bir de olmadığın bir kişiyi oyanayarak, yani bu oyunun tüm gereklerini yerine getirerek birisini tavlıyorsun sonra bir anda gerçek sana  dönüşüyorsun. Yahu, tabii ki ne kadın ne erkek tanımadığı biriyle evlendiğini fark ettiğinde mutlu olmaz.. Mutlu olmadığı için kaçar, sevişmez, konuşmaz, sosyalleşmez, en sonunda birileri kaçar gider ve bu rüya burada biter.

Peki bu maskeler neden? Niye kendimizle barışık değiliz ve yine bize öğretilenlerden beslenmeye çalışıyoruz. 
En  basiti kaçan kovalanır oyunu. Bu nedir, yani bence, çok kolay elde edileni değil de birazcık emek harcadığını istersin. Eeee doğru, ucuz ayakkabı yerine biraz daha pahalısını tercih etmek gibi bir şey.  Bu kabul de, nereye kadar ? Ben kaçıcam derken neden günün nimetlerinden yararlanamıyorum ve neden zamanımı boşa harcıyorum. Yok kardeşim, benim kaçacak vaktim yok. Zamanım değerli, ben buradayım yiyorsa gel, yoksa sakın benim vaktimi çalma Zaten harcadığım 32 yılımı geri kazanmaya çalışıyorum.

Yoruldum artık ya ilişiksiz ilişkilerden. Yalanlar oyunlar üzerine kurup ondan sonra ilelebet sürsün temennileri. Uyan uyan, yok öyle yağma. Önce kendine dürüst davran sonra karşındakinden dürüstlük bekle.

Her geçen gün daha da bencil oluyoruz bir de ve doğal olarak hayatın her köşesine yansıyor, en çok etkilenen de sözde yaşadığımız ilişkilerimiz.
Meziyet de burada, zira çok emek vermek, uzun sure mesai harcamak lazım, doğru kişiyle doğru ilişkiyi yaşamak için. Öyle kariyer peşinde koşmaktansa biraz da gerçek mutluluğumuzu besleyebilsek keşke.

Bir diğer kandırmaca da karşındakini değiştirmeye çalışmak! Biz kadınlar bu tufaya çok düşüyoruz, sanıyoruz ki herşey bize bağlı, hallederiz bunu. Yok öyle yağma, bilelim ki o değişmeyecek. O yüzden baştan onu seçme, bırak bırak, istediğin neyse tam olarak bundan emin ol ve onu aramaya başla.

Aman, aman asıl konuyu unuttum, güven. Nasıl da zor birşeydir güvenmek. Sağdan soldan yıllarca kazık ye, sonra da gel karşındakine güven. Yani insanın yakın arkadaşı bile şöyle yağsızından kazığı güpe gündüz sokarken, el neden atmasın. Böyle böyle düşünürken bir de bakmışız kendimize de güvenimiz gitmiş, çünkü sanıyoruz ki asıl problem bizde. Unutuyoruz çünkü asıl isteğimizi, yanlış yerlerde arıyoruz gerçek sevgiyi. Sonuçta da tamir edecek binlerce kırık "ben"le kalıyoruz. Ama asıl konu şu, "ey karşıdaki kişi sen güvenilmeyi haketmek için ne yaptın bu hayatta bana?". Dürüst ol önce, insan ol ki ben de seni seveyim, güveneyim.

Offf off, aynı evde yaşama çabaları da başka bir şey. Bazı günler ben evin içine kendimden sıkılırken, başka bir adamla paylaşmak, amanın, kaç kaç kaç kaç… Hah aahaha şimdi eğri oturup doğru konuşalım,  bir de işin benle yaşama boyutu var. Gittikçe anneme benziyorum derken bakıyorum ki anneanneme daha çok benziyorum, haha haha, rahmetli nur içinde yatsın ama zor kadındı. Dırdırı, vırvırı hiç bitmezdi! Eh yaş da her geçen gün geriye gitmiyor, ileri gittikçe de insan daha da bir BENcil oluyor. Ben yeni "ben"e alışmaya çalışırken elin adamı gelip beni nasıl sarıp sarmalasın. Bir saniye, bir durun, önce ben beni bir anlayayım, seveyim, sayayım da sonra ona emin anlatayım. Gelmeyin üstüme şu anda yalnız kalma hakkımı kullanmak istiyorum.

Ne olursa olsun, aslında karar verilmesi gereken tek bir şey var. Gerçekten karşımızdakinden ne bekliyoruz, sadece seks mi, dostluk mu, beğenilmek mi, yoksa dışarıya bak ben yalnız değilimi göstermek mi? Cevap bir gelsin ondan sonrasına geçelim. Herşey  adım adım olsun. Başkalarının bizim için çizdiği yolda gitmektense, düşe kalka kendi yolumu çizmemizi öneriyorum. En azından gereksiz pişmanlıklar ya da saçma suçluluklara gerek kalmayacak. "Ben denedim ama olmadı" demek kadar özgür kılan bir şey yok. "Tüh aramayacaktım, bak" demelere gerek yok. 

Gelen gelir, giden gider, burada kalan bir ben varken, başka bir şey istemem. Ben bana iyi bakayım yeter, en büyük düşmanım olan kendimle barışık olmaya karar verdim bir kere, sözümden dönmem, bilen bilir.

Önce ben sonra onlar. Bu bencillik değil, gereklilikten. Herşeyin daha iyi olabilmesi için önce ben çok daha iyi olmalıyım.

Şimdi kendime iyi davranmam gerek, haydi bana müsade.