15 Şubat 2011 Salı

Önce kendine sonra etrafına bir bak!


Çok uzak değil, sadece 30 yıl önce, ana babalarımız, tek yürek olup amaçları uğruna çırpınırken, hapise girerken, sürgün yerken, biz ne ara bu hale geldik?
Meydanlarda bağırıp çağırıp dayak yiyenlerin çocukları olarak ne ara söz alıp da okulda konuşamayanlar olduk? Ne zaman çevremize saygı duymayı bıraktık, ne zaman sevmekten ve sahip çıkmaktan vazgeçtik? En önemlisi, ne ara kendimizden vazgeçtik?

Çoğumuz dünyadan bihaber yaşayan, kendine öğretilen doğrulardan ve üzerlerine giydirilmiş kalıplardan kurtulamayan kör, sağır ve dilsizleriz.
Herşeyden vazgeçmişçesine yaşayan, kendi isteklerinin bile farkında olmadan, amaçsızca yaşayan bizleriz.
Sündürülmüş beyinler, sürgündeki, evsiz barksız ruhlar, evet evet onlar, biziz.

… gözler arada parlıyor, çipil çipil, belli ki aklına bir fikir geldi ama güven sıfır. Konuşmaz, anlatmaz, paylaşmaz. Kim dinleyecek ki onu, asıl soru kim ki o… ?
Birikimlerinin, yeteneklerinin ve kendi değerlerinin farkında olmayan bizler, karanlıklarda kaybolduk.

Hic düşünmeye fırsat bulamadan, çalıştık da çalıştık, sonunda binlercemiz universiteye girdik. Ana hedef diploma sahibi olmak, eee adam olmanın ilk etabı tabii. İkincisi iyi bir iş bulmak, bulunan işe sıkı sıkıya sarılmak, evlenmek, çocuk yapmak... 20 sene sonra da mutsuzluklardan mutsuzluk beğenmek. Son etabı, başka koyunlarda şefkat aramak veya kendini meditasyona vermek. Başarı ile atlanan etaplardan sonra  kazanılan ise koca bir sıfır.


... uzaklardan gürleyerek gelen sesi duyar ve korkudan altımıza ederiz.  Ses sorar ‘ben bu hayatı sen icine sıç diye, ben bu aklı sana çöplüğe cevir diye mi verdim?’ Anaaaam, n'oldu simdi, aha kaldık sınıfta. Ben bana sahip çıkmadıkça başakası da çıkmayacak. Hah bunu da bileyim de öyle yaşayayım.

Sadece ve sadece konuşmak, dırdırlanmak, saatlerce şikayette bulunmak, anlamsızca çözümler üzerinde konuşmak ama tam yanınımızda dayak yiyen bir kadına destek olamamak. Bu korkaklık neden?

Bu kadar bencil yaşarken, asıl benliğimizin farkına varamamak, hayallerimizi hiçe saymak. Çok yazık, çok. İçimizdeki çocuk zırıl zırıl ağlarken, diğer taraftan hayallerinin peşinden gideni de dışlamak. Farklı bir şeyler yapmak isteyenleri, özgürce düşüncelerini paylaşanları taşlamak… Kıskançlıktan ne yapacağımızı şaşırıyor, benim olmayanı kimseye yar etmem diyip, savuruyoruz taşları, artık kime rast gelirse.

Bizler bir elin beş parmağını geçemeyecek kadar ufak bir azınlığın üyeleriyiz. Şanslıyız bir çoğundan. Aldığımız eğitim, yaşadıklarımız, gördüklerimiz. İletişebiliyoruz en nihayetinde. Ama ne kendimize ne de çevremize bir yararımız var. Ne de birbirimizle anlaşabiliyoruz.

Sanıyoruz ki, belirli gunlerde, bir seyleri, birilerini anmak icin profil resimlerimizi değiştirince, adam oluyoruz. Yararli olduk memlekete, ülke değişti, herşey cok guzel, çok rahat ve refah içinde... Hadi ordan,  diğer kalan 364 gün ne yapıyoruz, bu çürümüş düzenin değişmesi icin? Bir gün profil resmini değiştirince, aman aman ürktü büyükler, doldu meydanlar!  

Tüm bunların nedeni tartışılır, binlerce sebep bulunabilir ama bu şekilde kalmamızın hiçbir açıklaması yok. Kendimize ve en önemlisi, çevremize daha fazla duyarlı olmalıyız, saygı duymaliyiz.

Eh soracaksiniz, Dilek sen ne yaptın bugune bugun… Nerede, ne iyiliğini gördük. Cevabım yok, veremem, ne desem yalan. Ama çabalıyorum, kapasitemi sorguluyor, neyi nasıl yapacağımı bulmaya çalışıyorum. Hedefim ve hayallerim var  ve  evet, belki safça ama ben bir şekilde başarabileceğime inanıyorum.

Herşeyi bildiğini sanıp yersiz ahkam kesenler, komşunun yaptigini yadırgayıp evinde daha beterini yapanlar, düşene bir tekmeyi borç bilenler, ey insanlığını kaybedenler, artık uyanma vakti… Gözümüzü açtığımızda birşeyleri değiştirmek icin çok geç olabilir… Nereden başlayacagımız bize bağlı, ister elimizden tek tek alınan haklar icin, ister hayatimizdan çaldığımız  saatler icin, ister sokakta donarak ölme tehlikesi geçiren Ayşe Teyze için, ya da açlıktan ölmekte olan bir sokak kedisi icin…

Hadi be, biraz daha gayret!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder