8 Ekim 2010 Cuma

Yazdan kalan son kırıntılar - "Pierre Loti"

31 Ağustos 2010, Salı

Hatırlıyorum en son, dayımlar Paris'ten maaile geldiğinde gitmiştim Pierre Loti'ye, acaba kaç yaşındaydım?  Belki 7, belki 8, belki çok daha küçük ama yer etmiş aklımda. Tıpkı Swiss Hotel'in inşaa edildiği o canım parkın aklımdan çıkmayışı gibi. 
Yaa, ne güzel bir parktı o. Annemle giderdik. ufak metal kadehlerdeki, ufak ve ucu düz kaşıklarla yemeye çalıştığım çikolatalı dondurmayı hatırlıyorum. Yeşili de deniz zannediyordum, gökyüzünü de, uçsuz bucaksız. Dondurmam en sonunda erirdi ve ben kaşıkla kalan suyunu içmeye çalışırdım. Çocukluğumdan ne kaldı İstanbul'da ve anılarıma geri dönmek için gidiyorum Pierre Loti'ye.

Eyüp, Balat gezimden sonra yine otobüs durağına gidiyorum, Bulgar Kilisesi'nden çıkıp, parkı geçiyorum. Parkta insanlar ağaç gölgesinin altında oturmuş dinleniyor. Mesela ben bunu hiç yapamam çünkü sınıf farkımız var. Onlar oturuyor ama biz ıyyyyk diye bakıyoruz. Halbuki o park benim de aynı zamanda. Neyi küçümsüyorum, neden korkuyorum? Bu da başka bir hikaye aslında. Herkesin ayrı bir sebebi var.
ben de ben de
Otobüsten Eyüp Sultan'da inmem gerekiyor, oradan da teleferikle yukarı, Pierre Loti'ye çıkacağım. 

Eyüp Sultan'a en son annemlerle gittim. Ağabeyim ABD'den 15 yıl sonra dönünce annem adak adamış da onun için. O gün mahvoldum. Adak Kurban Kesim Merkezi'ndan ağlayarak kaçıyorum, soğukta bitmek bilmeyen dakikalar. Ne garip inançlar ve ardından yapılanlar. Sonuçları ve gelinen nokta. Neden böyle bir adak adanır. Kurban için verilen para neden bir fakire verilmez ya da bir derneğe bağışlanmaz. Gerçi adak etini biz almadık, fakirlere dağıtıldı ama yine de kesim, hayvan kesmek. Bencilliğimiz doğrultusunda, islami koşullara uygun kesim. Ufff, neyse bu konu çok canımı acıtıyor.

Eyüp Sultan da görülmeye değer bir yer, içinde binlerce detay saklı. İçimizde olan ama bizim bilmediğimiz bir yaşam biçimi var. Saygı duymak gerek, reddetmek değil. Sadece dili ve biçimi farklı.
Kuran-ı Kerim'de büyük indirim - basur kremi de var mantara, deva da

Eyüp Camii'nin önünden geçip ilerliyorum. Bu arada içimdeki korku büyüyor. "Evet" korkusu. Yaşadığım hayatın gerçekliği çarpıyor yüzüme tokat gibi. Güvenli evimden, mahallemden çıkınca asıl olanla karşılaşmak. Kara çarşaflılar, mollalar. yatırlar, mezarlar.  Ne büyük bir sektör şu din. Ne büyük aladatmacadır ve de en rahat kaçış, düşünmekten, sorgulamaktan kaçış, ezberin duayeni. Eminim ki burada olanlardan çok daha fazla inançlıyımdır ama bu benimle onun arasında. Neyi kanıtlamam gerekiyor ve kime? Topraktan geldim, toprağa gideceğim. Benim derdim kendimle.
korkunun ecele faydasi gercekten yok mu?

Hah, işte Adak Kurban Kesim Merkezi de tam yanımda, amaaan koş Dilek koş, teleferiğe koş. 
özenle kurban edilir

Hımm, Akbil'i doldurmak gerekiyor. Ah gitti mi bir 20 TL daha.  Bu arada en yakın arkadaşım Akbil oldu bu aralar. O ve ben dolanıyoruz, bir de Müze Kart'ım var onu unutmamam lazım, ayıp olmasın.
adı üstünde "teleferik"
Teleferikle sallana sallana çıkıyoruz yukarılara, altımda yüzlere merhum selamlıyor Haliç'i, ebedi yataklarından. Acaba Fatiha okumak lazım mı? Hani mezarlık yanından geçerken dua edilir  ya peki üstünden geçerken ne yapmak, ne okumak lazım?

İki kabinden oluşan bu aletin içi çok havasız. Karşımda 4 genç kız, yanımda bir çift ve 4 kızın arkadaşı, 8 kişi doluşmuşuz içeri. Yanımdaki çiftin hatun kişisi kokruyor çok, nefessiz kaldı ama meraktan da çatlayacağı için görmeli Pierre Loti'yi. Bu  arada kıkırdak kızlar da sürekli düşmek, uçmak espirilerinde. Hatun daha da geriliyor, o geridikçe ben geriliyorum ve en sonunda tabii ki çenemi tutamayıp, "gençler ayıp oluyor, yeter ama biraz saygı gösterin" diyorum. Bana bön bön bakıyorlar ama susuyorlar. Olley, zafer benim de yaşlılığım nasıl olacak acaba, vah vah.

Ahh ki ne ahh, bu beledeyiler şu inşaat ihalelerini hangi şirkete veriyor ya da bu şirketler neden hep aynı malzeme ile inşaa ediyorlar her yeri. Bu da politik bir simge gibi geliyor. AKP'li belediyelerin imzası sanki, aynı badem bıyık gibi. Örnek, Sütlüce Kongre Merkezinde de aynısı var, sütlü kahverengi mermermirimsi taşlardan yapılmış teleferik durağının istasyonu. Modernmiş gibi yaparken, kötü bir Nescafe tadı bırakıyor insanda. Hiç mi ortamın ruhuna uygun bir iç mimari uygulanamaz?  Neden her şey sadece yapmış olmak için yapılıyor? Neden hikayelere, geçmiş ve de geleceğe önem verilmiyor?

Tepeden tekrar mezarlığa doğru bakıyorum, yaşamın önemi ve de önemsizliği arasında bir sıkışma durumu var bende.  Zaten bu duygu uzun zamandır sorun çıkarıyor bende. Bakalım, hayırlısı...

En sonunda adımlarımı Pierre Loti kahvesine doğru çeviriyorum. Tepede, manzayara nazır kurulmuş masalar, tahta sandalyeler üzerinde aileler, aşıklar, yalnızlar, evli çiftler, yerliler, turistler.. 
Pierre Loti'ye kimse zevksiz diyemez
Soldaki aralıktan yukarı çıkıyorum, manzarının diğer tarafında ne var diye meraktan. Vay vay vay, adaletin bu mu İstanbul? İnanamıyorum, bir yanında cennet Haliç, bir yanında beton çöplüğün.  Her daim madalyonun iki yüzü varolmak zorunda mı? 
Bir başkadır benim İstanbul'um
Yavaştan kahveye doğru yürümeye başladım. Bu arada da Pierre'in hikayesi var aklımda. Aşk hikayesi, hem bir kadına hem de İstanbul'a. Burası aşk mekanı ve bense bu şekilde bir aşktan anlamayan bir insan. Olsun yine de saygım sonsuz.

Manzaraya yakın masa arıyorum. Boş bir yer buldum en sonunda. Sağımda iki delikanlı, solumda da kör kütük aşık bir çift. Güneş yalıyor gibi yapıyor sol yanağımı ama tepemdeki ağaçtan izin almış, yaprakların arasından insafsızca yakıyor beni. Bir o sandalyeye oturuyorum bir bu sandalyeye. Güneşten kaçış yok ama bu masayı da terketmeyeceğim, bana ne.
Haliç manzaramı kimseye kaptırmam

Çok açım, yine hiçbir şey yemeden çıktım evden, tost var mı diye soruyorum suratsız garsona.

Masaların örtüsü kırmızı beyaz, pöti kareli. Defterimi kalememi çıkarıyorum, yerleştiriyorum. Bu sefer sadece gezi notu aldığım defter değil, dert ortağı olan da orda. Zorlardayım bu ara, derdim var, kaçmaklardayım. Yazınca içimdeki zehir de akıyor gidiyor sanki, rahatlıyorum.  Ama aklım başka yerde yazasım yok öyle çok, sürekli etrafa bakınıyorum. Kimler gelmiş, profil çıkarmaya çalışıyorum. Haliç'e bakıyorum tepeden, karşımda Sütlüce Kongre Merkezi ve Santralistanbul. 100 lerce kez geçtiğim TEM ve yıllarca görmezden geldiğim yakadan bakıyorum tüm bunlara.

Ve tabii ki suratsız garson tostumu başkasına vermiş, pis! Tamam çok laf etmemek lazım, oruçlu! Bu sıcakta, bu kafaya oruç tutarsan her şey olur, bu mudur sevabı? Gıcığım işte...

Arada gözüm tepemde salınan bayrağa takılıyor, heybetli ve gururlu. Rengi kırmızı, kan kırmızısı. Güneşle beraber parıl parıl parlıyor. Bir anda bayrağın yeşerdiğini görüyorum, Pierre'in evi iyi gelmedi bana, halüsinasyonlardayım. Evet'lerle yeşerecek sanki. Hayır, hayır kırmızımı bırakamam, sonuna kadar. Sanırım delirmeye başlıyorum.
yok yok hala kırmızı!
Yarım saat geçti geçmedi, sakinlik beni germeye başlıyor. Çok rahat değilim, yalnız hissediyorum kendimi burada. Sanki bir şeyler eksik gibi. Yooo, öyle depresif bir durumda değilim aksine mutluyum, derin derin nefes alıyorum, sadece yoğun huzur rahatsız etti biraz, alışık değil bünyem. Bir de acil çözmem gereken bir konu var: çok açım.

Teleferiğe doğru ilerliyorum, başka bir turist kafilesi de şimdi inmiş geliyor, bu sefer ABD'li hepsi. Sanırım Japonlar'ın mekanı değil burası.  Aşağı inerken manzara daha da güzel, sanki mezar taşlarına sürttük sürteceğiz. Çok dik iniyor, hafif de germiyor değil, aman ne yapalım düşerse yeni mezar almak lazım derdinden kurtulmuş oluruz. 
rahat uyuyun

Bu sefer yanımda bir baba oğul var, ufaklığın gözünde kafasından büyük fly güneş gözlükleri, büyümüş de küçülmüş sanki. Babasına nasıl da hayran ve sürekli onaylanmak ihtiyacı içinde. Aman çocuğum, kimsenin seni onaylamasını bekleme. Bak, işte o zaman hayat sana gerçekten zor olur. Sen sen ol, kimseyi yargılama ve kendini yargılatma. Sana davranılması istediğin gibi davran yeter. Saygı duymayı öğren yeter... Bu daha uzar da dinleyene, ahh nerde?

Teleferikten indim otobüs durağına doğru gidiyorum, yine Eyüp Sultan'dan bineceğim. Doğru Taksim'e çıkıp bir şeyler yemek istiyorum ama önce Melis'i arayayım beni bekliyordu, bakayım ne yapmış?

1 yorum: