7 Ekim 2010 Perşembe

Çemberlitaş - Hamam Sefası


5 Eylül 2010, Pazar

Güne yağmurla başladım. Gecenin promili hala yüksek ama sorun değil, alıştım artık. Son zamanlarda hep böyle değil mi zaten?  Ye, iç, gez, toz... Nazara gelmeyelim ama çok da uzun sürmeyecek gibi.

Defne, iki gün önce söylemişti hamama gideceklerini ama benim başka planım vardı Pelin'le. Hava muhalefeti yüzünden orjinal plana sadık kalamayınca ben de takılmaya karar verdim Defne'yle Şebo'nun peşine.

Saat 12:00'de Şebo arabayla aldı bizi ve yollanıyoruz şimdi Çemberlitaş istikametine.

Tatlı bir serinlik var havada. Özlemişim, bu havaların en güzel yanı artık çizme giyme vaktinin gelmesi.  İyi de altı üstü hamama gidiyorum, ne o sanki defileye çıkacağım, taktım takıştırdım, kısa şort tulumu giydim ayaklarımda da çizmeler. Olsun hamam mamam dinlemem, ne olacağı hiç belli olmaz diyeceğim de ondan değil kafam hala çok güzel aslında, doğru dürüst düşünemiyorum, lal alll alllaa...

Yollar bomboş, nasıl da güzel İstanbul. Karaköy, Sirkeci, Cağaloğlu derken Kapalıçarşı'ya vardık, Nuruosmaniye kapısını da geçip Tarihi Çemberlitaş Hamamı'nın karşısındaki otoparka parkettik. Otopark bomboş ama karar veremiyoruz nereye park edeceğimize. Seçenekler bol olunca böyle oluyor işte. En sonunda çıkışa en yakın yere park ediyoruz ve önümüzdeki iftar çadırının üzerindeki yazıya bakakalıyoruz: "Bugün iftar veren bir hayırseverdir". HAh ahhah ahahah.. töbe töbe.
İftihar Çadırı !

Cadde bomboş da ilerdeki kalabalık ne? Şebo korktu hamamda sıra var diye ama endişelerimiz boşa çıktı, aksine bomboş, asıl kalabalık az önce çıkmış, her yer bizim.

Hemen girişte, para ödeme kısmına gelince başlıyoruz pazarlığa, ne kadar ne olur diye.. Az buçuk yerli malı indirimi yaptılar bize, sırtlandık eşyaları geçiyoruz kadınlar bölümüne.

Aboow, ne olmuş yahu buraya, sanki 5 yıldızlı otel spa'sı. Tevekkeli değil 2 seneden fazla olmuş gelmeyeli, çok değişmiş çok.  Asma katlar, soyunma odaları, manikür pedikür tezgahları, kantin, taze portakal suyu.. Hahahah bir de don veriyorlar her gelene ki üryan dolaşılmasın, gereksiz alışverişlerde bulunulmasın diye.

Asma kata çıkıp, soyunma odasına giriyoruz. Soyunup eşyaları dolaba kilitledikten sonra peştamallere sarınıp iniyoruz hamama doğru. Ben su alıyorum yanıma ki ölmemeyim o buharda, bir de içimden çıkacak alkol duman etmesin beni bir kez daha.

Hamamda yapılması gereken ilk şey güzelce bir ıslanmak ki daha çabuk terleyesin. Sonrasında göbek taşına çıkıp yatarsın ki iyice kirin kabarsın. Biz de içeri girip başlıyoruz su dökünmeye, yeterince ıslandığımı düşünüp  hemen göbek taşına geçiyorum, ufak adımlarla. Kolay değil, en büyük paranoyam kayıp düşmek. Yanılmıyorsam 7 yaşındayken ben, annem ve anneannnem ile hamama gitmiştik, Şişli'de. Kalabalık olduğu için ikisi de ayrı yerlere oturmuşlardı ve ben de aralarında kurye, "Dilek kızım git sabunu al, aman lifi unutmuşuz, tarak annende mi?" derken ben sürekli koşuyorum, bir de utanıyorum çünkü çırılçıplağım. Git gel seferlerimin birinde sabuna basıp tepetaklak düştüm. Sonra hatırladığım başımda onlarca kadın "ah kızım, vah kızım" çekiyor. Biri diyor ki "ammman ha kusarsa beyin kanamasıdır, hemen doktoro götürün" Ben de içimden geçiriyorum ki "hayatta kusmucam işte"... O günden sonra nefret ettim hamamdan ta ki bu fobimi Elif ve Elif'le atlatana kadar. 
4- 5 sene önce ilk onlarla geldim Çemberlitaş'a ve bayıldım. Bazen hijyenik sebeplerden ötürü bir yabancılık çeksem de takıntıları bir kenara bırakmaya çalışıyorum. Çünkü ruhen ve bedenen arındığımı hissediyorum hamamda ve elimden geldiğince sık sık gitmeye çalışıyorum.

Normalde içerdeyken hem sıcaktan hem buhardan nefes almakta zorlanacağımı düşünürken farkına varıyorum ki aslında içerisi çok da sıcak değil, belki havanın serinliği vurmuştur buraya da.  Fenalaşmadığım gibi delicesine bir terleme de yok ama başka, daha büyük bir sorun var.  Vücudum ter yerine bir gün önce her yerime sürdüğüm, kuru ciltler için olan, kremi kusuyor.  Bu ne yahu sanki litrelerce zeytinyağı sürmüşüm gibi. Yıkıyorum, yıkıyorum geçmiyor. İşte şimdi mahvoldum, kese olmaz bu durumda... off ki ne off.. N'apalım, olduğu kadar deyip etrafıma bakınmaya devam ediyorum.

Eskiden turistlerin geneli çırılçıplak takılırken bizler de bikini altı giyiyorduk. Sonuçta çırılçıplak olmak hep yasaktı ama şimdi emin olmak için yanında bikinisi olmayana girişte siyah bikini altı veriyorlar.  Evet, mantıklı olabilir sağlık açısından ama tek tip olma durumu işin özünü bozuyor. O renklilik yok olmuş, askeri düzen var sanki içerde. Bir de zaten öyle çok gözetlenecek, gıpta edilecek vücutlar yok bu sefer. Daha önceleri ağzım açık baka kalıyordum. 
Şimdi doğruya doğru Avrupa'lı ablalarımızın, kardeşlerimizin tenleri ve göğüs yapıları bizmkilerden çok farklı, bir duruluk bir dirilik oluyor. Ortalama olarak bizlerden daha güzeller. Eh seyri de başka oluyor bu durumda. Ama bugün pek şanslı değilim, yaş ortalaması da yüksek. Sıkılıyorum etrafımdakilerden başka Defne'yle Şebo'ya sarıyorum, " Ya Defne, gelsenize buraya?"

Buraya üçüncü gelişim ve hep aynı hatuna kese yaptırmak gibi br takıntım var o yüzden sıra bekliyorum. Defne benden önce geçti bile keseye, haha Şebo'yu da aldılar ben de hala göbek taşında kremli kremli yatıyorum. En sonunda döğmelerimden tanıdı hatun beni, "gel sen buraya" dedi. Olley, masaj ve kese vakti. 

Aldı beni önüne, başladı keselemeye de hiçbirşey yok. " Ne sürdün kız sen?", ben de suçlu suçlu, "kreeeeem" dedim.  Baktı olmayacak önce sabunla bir güzel yıkadı beni sonra yine keseye başladı, çok verimli olmasa da Bitez güneşinin lekelerinde kurtulmayı başarıyoruz en sonunda.
Ahh, biraz da ayaklarıma masaj yapsa ya benim hatun. Adı neydi, sanırım Gülşah.. Hadi Gülşah, biraz daha ohh, aşağı aşağı... hah tam orası.

Kese, sabun, masaj faslı bitti. Defne'yle Şebo'nun yanına geçiyorum, çocuk gibi soğuk ve sıcak su savaşı yapıyoruz. Kakır kakır gülüp, tüm hamamı çınlatıyoruz. Bu arada yeni açılan havuz ve jakuziye de bakmak lazım değil mi? Her ikisi de çok ufak, havuz maksimumda 6 kişi alır, jakuzi de 3. 10 dakika geçti daha fazla duramıyorum, burası daha sıcak,  bacaklarım da şişmeye başlıyor. Hemen kaçmam lazım burdan, bunaldım.

Ara holde, havlulara sarınıp  Çamlıca gazozlarımızı içiyoruz. Hafiften kendimize gelince ana bekleme salonuna geçiyoruz. Biraz daha oturup lak lak etme vakti artık eh biraz da foto çekelim değil mi?
hamam gülleri
çemberlitaş'ta şen kahkaha

Defnem çok rahatladı.
Sakin sakin otururken bir anda birisi bağırmaya başladı, neymiş efendim, maniküre müşteri gelmiş de neredeymiş, kim almış, anlayamıyormuş falan filan. Ortamı gerdi, geçirdi gitti. Yahu bu ne demek şimdi, ne anlamı var? Bir ben oraya rahatlamaya gelmişim, beni gereksiz yere germe. İki oradakilerin hepsini turist zannetme, zannetsen de senin bu gereksiz agresifliğinin anlaşılmadığını düşünme. Ben bu kadar parayı senin cırtlak sesini dinlemeye gelmedim, zaten kirin hepsi çıkmadı huzurusuzum, bir de seninle uğraşmayayım. Uyuz oluyorum bu tip hareketlere.
Söyleyin artık bağrınmasın, germesin beni.
 
Abla bizi gerdi ya artık daha fazla kalmanın anlamı yok, giyinip çıkalım artık buradan da bu saçlar nasıl kuruyacak,  amaaann... Zaten hala başım dönüyor, ne içtim ben dün gece ya, ne içtim?


Çaresizce saç kurutma makinesiyle uğraşıyorum ama kurutmayı bırakın saçımdan damlayan sulara bile engel olamıyorum. Vazgeçip doğruca çıkışa yöneliyorum ki, çizmeleri giymediğimi fark ediyorum.. Hah aha çok eğlenceli ya, hala sarhoşum.

Artık dışardayız, evlere dağılma vakit geldi, ak pak.
Kiri attık Çemberlitaş'ta

Şöyle bir gideyim ben anama doğru. Yatarım anamın kucağına, alır beyni koynuna sallaya sallaya uyutur. Verir bir tas çorba, ohhhh değmeyin keyfime.

Yollar bomboş, bulutlar kaplamış her yanı, arabanın camında yağmur taneleri. Kadınlarım ve ben arabadayız. Şöyle bakıyorum etrafıma, derin bir ohhhh çekiyorum. Hayat bana güzel, seviyorum.

İstanbul benim
Sahilde elele yürür bazıları, bazıları da izler.








1 yorum:

  1. puahahhaaa şöyle bi baktım da... benden iyi tellak olur gibi geldi ;)

    YanıtlaSil