12 Ekim 2010 Salı

2010 - Tiyatro Ödülleri


11 Ekim 2010, Pazartesi

Sonbahar geldi yaz bitti, aman aman havalar çok soğudu derken sabah kalkmalar ne kadar da zorlaştı öyle. Zaten yatak odasına direk girmeyen gün ışığı iyice uzaklaşınca uykucukların tadı daha bir başka oluyor.
3 ay öncesine kadar zaman benim için çok önemliydi. Yani yarım saat fazla uyumak, tuvalette ya da duşta geçirilen 10 dakikalık bir fazlalık bile hayatta birşeyler kaçırmama sebep olacaktı sanki.  Şimdiyse bu kadar boş vaktin içinde hiçbir şeye yetişememenin şaşkınlığı içindeyim ve sadece gülüyorum duruma. Bu da başka bir hikaye o yüzden çok uzatmadan güne geçeyim hemen. 

Saat 11:30 gibi ancak kalkabildim. Ev dandini, hemen toparladım, yani facebook ve twitter'da geçirilen yarım saat sonrası. Bulaşık, süpürge, kedi tüyü vs... Off'laya puff'laya dışarı çıktım, öyle bir haldeyim ki bırak duş almayı diimi ble fırçalayacak halim yok amaan...
Neyse ki çok soğuk değil hava. Pelin'e uğradım ama yokmuş.. Sonra Defne'ye gittim, uzun zamandır onunla da konuşamadım, meraktayım.. Derken zaman geldi Candaş'a doğru yollandım. Son  günlerde evcilik oynuyoruz, her gün birimizde birileri,  maksat beraber olmak değil mi? Menude makarna ve şarap.  İzlenirse 1 ya da 5 film, ya da sadece müzik eşliğinde, sandalye üstünde muhabbet.

Candaş'dayım ve Pınar da geldi sonra.  Herkes bir köşede, dertleşiyoruz. Saat olmuş 18:30, Candaş'dan çıktıp eve doğru giderken Başak'tan telefon geldi, "Dileeeek, bu akşam Tiyatro Ödülleri töreni var, ben kazanamayacağım ama adayım, gidelim mi?". Benim cevabım tabii ki "Evet". Daha güzel bir şey olabilir mi? Başak'ım aday ve ben yanında olacağım, ya kazanırsa, ohhh mis misss..

Koşarak eve geldim, dolabı açtım tam giyeneceğim de ne? Yani bir ödül törenine ne giyilir? Başak'ı aradım, kısaca şık giyin dedi. Hımm, jean'le bir şıklık mı, ciddi bir şıklık mı? Cevap, şık bir akşam yemeğine gidiyormuş gibi giyin... Eyvahlar olsun, nasıl bir akşam yemeği, iş mi, sevgili mi, flört mü, aile mi? Ufff neyse yaa en basitini giydim işte, ne yapayım, bu kadar!  Sadece yarım saatim var. Sonuçtan memnun değilim, yani evet oldu ama öyle çok Dilek gibi değil. Hani çok yaratıcılıktan uzak ama emin olma durumu vardır ya ondan,  ne yapalım, bu sefer de böyle olsun. Kılığımdak tek sorun, eteğimin kısa oluşu ve benim çorap giymemiş olmam. Amaaan o kadar olur da hava biraz soğuk mu ne?

Başak'ı almaya gidiyorum. Evine çıktım, üstüne ne giyeceğine karar verdik ve hemen dışarı çıkıp Sıraselviler'den taksiye bindik. Gideceğimiz yer Harbiye, Muhsin Ertuğrul Sahne'si. 

Tören saat 20:30da başlayacak, biraz erken gelmişiz, bekliyoruz. Başak da ben de pek rahat değiliz işin aslı. Onda heyecan var, bende de kimseyi tanımamaktan gelen yabacılık. Ama olsun amacım ben değil bu sefer, Başak'ın yanındaki ben'im, başrolde Başak var. Da bir problem var, kokteyl tören sonrasıymış, ben de söylenmeye başlıyorum, "aman Başak ya, ne alkol var ne de bakacak birileri!!!" Eeee,  bu durumda elden ne gelir, tabii ki etrafı incelemek.

Yeni Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne açıldığından beri ikinci gelişim. Buradan nefret ettim. Nerede o eski sahne ve fuaye, annemlerle ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum. Lüküs Hayat izlemeye gelmitik. Annem, anneannem, ağabeyim ve ben. Anneannem tabii ki uyuya kalmış ve horluyordu ve biz de utanıyorduk (keşke yine uyusa da horlasa). Benim için saki opera sahnesi gibi büyük ve gizemliydi. eskinin ve bilgeliğin kokusu vardı. Şimdiye bakıyorum hiçbir havası, karakteri yok, geçmiş kapanmış, geleceğe ise yatırım yok. Bu belediye ve imar zihniyeti ile daha farklı ne olabilir ki? Havalandırma yok, vestiyer yok, sıkışık, ruh yok. Oturma gurupları çok karaktersiz. Tuvaletkapıları o kadar dar ki iki kişi sığamıyor ve gereksiz kuyruklar yaşanıyor.
Ama bir kaç detay var durumu renklendiren. Hayatlarını tiyatroya adamış üstadların fotoğrafları ve en dip köşede duran eski Tepebaşı sahnesinin maketi. Diğer herşeyse yalan. Bu kadar zor zamanda bu zor şartlarda tiyatro yapmak için uğraşılırken sanırım daha sıcak bir yuva arıyorum.

Bir de aklıma takılan başka bir şey. Kılık kıyafetin bir birliği yok. Ya birisi çok frapan ya da birisi çok pejmurde. Bir yanda pahalı takım elbiseler, bir yanda lekeli kadife ceketler. Kadınlar ise başka telde. Ben bir yerde, o bacağında soket çorabın izi çıkmış, kafasında koca bir taç olan hatun bir yerde.  Daha da fazlası var hadsizilikler ve kendini bilmezlikler. Yaşı 92 ama giyim terchi 29. Bir yandan tebessüm ederken bir yandan ama olmamış demek. 
Tabii ki herkes bütçesine göre giyinebilir ama sonuçta bu bir tören, belli bir konudaki ödül töreni ve aslında çok önemli. Birileri bu kadar çok önemserken birilerinin umrunda olmaması, bu kadar çok ayrım olması, bir de önem verenin bile aslında nasıl giyinmesi gerektiğini bilmemesi can sıkıcı. Sadece göz zevkimi bozmaktan ve dedikodu yapma isteğinin körüklemekten başka bir işe yaramıyor.

Ay hava bunaltıcı çünkü havalandırma sistemi yok ya da yetersiz. Bir avuç insanın nefes alacağını bile hesaplayaman zihniyetin eline bakıyoruz ve her ne hikmetse "n'aptın arkadaşım ya?" diye sormuyoruz. Sanki bize verilen herşey çok büyük ve özel.

Bu arada içerisi çok kalabalık değil. Tanınmış simaların yanında çok genç olanlar var. Belli ki herkes bir şekilde tiyatroya gönül vermiş ve hayatını onunla kazanmaya çalışıyor. Ama aslında gelirlerdeki uçurumlar, hayatın sunduklarındaki adaletsizlik bir kez daha düşündürüyor. Eskilerin genç olanlara çok da yol göstermemesi, koltuk ve şöhret sevdasından vaz geçilemeyişi, kolay kolay kadroların açılmayışı vs vs vs...  Ancak ve ancak iş adamları için vize savaşı verilirken sanatçılara için bir ayrıcalık uygulanmayışı, sanatın ve sanatçıya ne kadar az önem verildiği. Hepsi çok derin konular, ne kadar içerisinde olsam da bir o kadar dışındayım. Çünkü yıllarca umursamadan sadece aylık maaşıma bakarak günümü geçirdim. Şimdi ise ancak gözlemleyebiliyorum. Bakalım yarın ne olacak?

Bir yandan da içim sızlıyor, acaba ben de bu cemiyetin üyesi olabilir miydim? Acaba ben de tiyatroya hizmet edebilir miydim? Neden zamanında savaşmadım hayallerim için, neden kaçtım kolaya?  Halbuki universitedeyken tek isteğim kostüm tasarımı yapmaktı, hem tiyatro hem de opera için, yeri gelirse filmler için. Bana ait bir çizgi, bana ait imza ile tanınmak ama 9 sene geçti ve ben şu anda olduğum yerdeyim, tek bağlantım Başak'a eşlik etmiş olmak. 

Başak'tır hepimizin idolü.  O'dur hayallerini hiçbir zaman bırakmadan tüm şartları zorlayarak ilerleyen ve şu an geldiği yeri çok çok önceden hak eden. Sonuna kadar yanında olacağım söz veriyorum. Ama kimbilir belki bir gün rakibi de olabilirim, hah ahahahaha...

Saat geldi artık yerlerimize geçmemiz gerekiyor. salondan içeri giriyoruz, herşey bir yere kadar okey de bu dekor ne ya, ne bu? Yani koskoca Tiyatro Ödülleri'ne layık  görülen sahne dekoru ve düzeni bu mudur? Sahnenin her iki yanında barkovizyon, fonda ayna gibi bir şeyler, bir kürsü (siyah kumaşla kaplanmış ama potluklar var), bir piyano bir sehpa masası, 2 mikrofon ayağı, bir sehpa üzerinde plaket ve ödüller. 
Resim yazısı ekle

Tamam, herşey olması gerektiği kadar ama çok özensiz. Çok daha iyi olmalıydı. Sahne ise konumuz daha özenli olmalıydı. 
Tören başladı, öncesinde ufak bir konser, sonra konuşmalar vs.. ama sürekli ufak tefek aksilikler oluyor ve ben utanıyorum sanki benim işim.. Mikrofon ayağı çok uzun, konuşanın boyu kısa, plaketler bir türlü olmuyor sürekli düşüyor. Hostesin saçı çok sarı, solistin ayakkabasının boyası gelmiş vs. Yani tam bir mesleki deformasyon olayıderken derin nefes alıyorum ve dikkatimi adaylara çeviriyorum.
Ödüller veriliyor aralarda da kısa kısa konserler. Fazıl Say ve Nazım Hiktem Oratoryosu'ndan Hiroşima'yı dinlerken tüylerim diken diken oluyor, nasıl da güzel.

Bizim için önemli olan kısım geldi Yılın Kostüm Tasarımcısı ödülü. Amanın o da ne Yılın Giysi Tasarımcısı ödülü mü? Afedersiniz ne giysisi. Kostüme ne oldu, ne zaman anlamı değişti ve giysi, giyinmek, örtünmek anlamına geldi. Cık cık olmadı, olamadı.
Adaylar açıklanıyor ve Başak ilk sırada Cimri ile... Ve sonra ödül kazanan açıklanacak, bu sırada Başak ile elele tutuşmuşuz, ikimizin eli de buz kesmiş veeeee evet kazanan Kent Tiyatrosu, Başak Özdoğan'dır.. Olllleeeyyyy, that's my girl... go giiiirrll,  go girrllll... Offff çok zevkli... Ölücem mutluluktan, hah ahha ahhahahha... Derken en iyi ışık tasarımı ödülünü Kemal aldı derken en iyi yapım ödülü Mephisto'ya yani Ragıp'a gitti. Ve ben bu salonda kişisel olarak 3 kişiyi tanırken hepsi de ödül aldı.. Yüzümdeki kocaman gülümsemenin tarifi de olmaz yahu...

Ödül alanlar foto çektiriyor, ben yüklenmişim eşyaları ve fuayeye doğru gidiyorum nedense elimde de de en iyi giysi ödülü duruyor, oturdum boş koltuğa, ne hikmetse kimse de yok, kokuyor muyum ne? Ödül ve ben oturuyoruz
en iyi giysi ödülü, tasarımı değiştirseler ya artık!

Artık içme ve yeme vakti geldi. Bana acıyan ya da nedenini bilmediğim başka şeylerden ötürü sağolsun garsonlar sürekli bir şeyler getiriyor, ben de Başak'ın tebriklerinin bitmesini bekliyorum. Arada da zafer telefon görüşmelerini yapıyorum pek tabii. Derken sigara içmek için dışarı çıkıyorum, hava soğuk bacaklarım da üşüyor ama yiğitliğe bok sürdürmem, buradayım ve içiyorum. Elimde ikinci kadeh kırmızı şarabım, hafiften başım dönmeye başladı. Bütün gün ayı gibi yemek yemiş olmama rağmen açım. Uffff bu evde oturmalar bana pek de iyi gelmiyor, çok yemek yiyorum ya.

Şöyle etrafa bakıyorum. Ne kadar çirkin her yer. İstanbul Kongre merkezinin çirkinliği, Lütfi Kırdar'ın erişilmezliği. Ve yandan yemiş Muhsin Ertuğrul Sahne'si. Herşey gri, daha beter bir renk olabilir mi? Aman pardon Şehir Tiyatroları tabelası sarı, aman üstümde kalmasın. Acaba sırf ben mi bu binanın ve bu mimarinin çirkin olduğunu düşünüyorum. Çok mu söylenip sızlanıyorum, birileri umarım katılıyordur, yoksa psikoterapist yerine bir psikiyatr görsem iyi olacak. Bu arada aklıma takılıyor, ne olacak bu AKM'nin hali, ne yapacaklar orayı? Neyi bekliyoruz? Yıkıp geçmek, tamir edememek, değer bilmemek, sadece tüketmek ve tüketmeye teşfik edilmek. Sistem bizi yok etmek için programlanmış ama izin vermeyeceğim en azından kendim için.
tek renk sarı!
sanki büyükşehir belediye binası


Ben bugün mutluyum çünkü seviyorum, seviliyorum ve sevdiğim insanları sevindiriyorum. Onların sevindiğini gördükçe daha da mutlu oluyorum.  Evet, herşey sadece çok daha iyi olabilir. Başak da geliyor artık, çok güzel ve gururlu ama bir o kadar da şaşkın. Siyah dar dantel elbisesisin altında vintage çizmeleri.. Saçları bile daha farklı parlıyor şimdi. Çok genç ve güzel bir kadın, bir o kadar da güzel bir insan. Evet şanslıyım, bu insan benimle burada olmayı seçtiği için..
güzelsin cok hem de

Eve dönme vakti geliyor ama kendi evimize değil. Ödülü vereceğimiz bir kişi var. Başak'ı doğuran kadın, Armağan. 9 sene olmuş ben onları, Armağan Teyze ve İlhan Amca'yı görmeyeli. Bomonti'de okuduğum ilkokulun karşısındaki yeni evlerine gidiyoruz. Etiler'deki bildiğim ev değil ama içeri girince hiç yabancılık hissetmiyorum. Çünkü içerde sevgi var, çünkü içerde ruh var, yaşanmışlık var, yaşamak için coşku var. Eşler arası sevgi ve yetiştirilen çocuklara duyulan gurur var. Aramağan Teyze, İlhan Amca yüreğinize sağlık ve iyi ki varsınız..
Evet  gözüm aç ve kıymalı nohutun suyuna ekmek bana bana yiyorum ve biliyorum midem kavga edecek bütün gece benimle ama olsun. Anne eli değmiş bu yemeği kaçıramayacağım.


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder