25 Ağustos 2010 Çarşamba

... Neden ki?

İşten ayrılıp bir süre kendimle vakit gecirmeyi aklima koyduğumdan beri planlarimdan biri de İstanbul'u gezmekti. Her sabah işe giderken ya da akşam iş çıkışı, Beyoğlu'nda gördüğüm yüzlerce turiste bakarak ben de İstanbul'da turist olmak istiyorum derdim.. İstanbul'u bir yabancının gözüyle görmek ve ona hayran kalma düşüncesi, acaba İstanbul'u sevmeme yardımcı olabilir miydi?

İlk adımı attım ve işten ayrıldım. İlk ay sarhoş gibi geçti, ilk önce erken kalkmamaya çalışmak, uzun süredir ihmal ettiğim arkadaşlarımla vakit geçirmek, eh bir de tatil modunda olmak tabii ki, kısa süreli İstanbul dışı kaçamakları.

Sonrakaçınılmaz son, kendimle başbaşa kaldım ve kalakaldım. Kısa da geçse bu sürenin pek eğlenceli olduğunu söyleyemeyeceğim. Uzunca seneler yoğun biçimde çalışıp, kendine özel bir hayat oluşturmamış olmamı fark etmem pek hoş değildi. Kafamın bir çöplüğe dönüştüğünü görmek ve bu gerçekle yüzleşirken bana dair, kendimi beslemek için hiçbir şey yapmamış olmam. Yine de bunca zaman buralara kadar gelmek de fena bir başarı sayılmaz sanki.

Gelelim asıl öyküye, sürekli aklımı kurcalayan iki projeyi birleştirme süreci. Yazmak, paylaşmak ve de İstanbul'u dolaşmak.

... 23 Ağustos Pazartesi, Beyoğlu Mephisto'ya girdim ve İstanbul'u anlatan bölümdeyim. En basit ve en görülmesi gereken yerleri anlatan kitabı seçtim, ince çizgili defterler ve güzel kalemler aldım. Eve gelince ilk işim kitaba hemen göz gezdirip liste çıkarmak oldu. Ertesi gün artık gezmeye hazırdım. Bu sefer kendim için sadece ve sadece kendimle bir gezintiye çıkacaktım.

İlk durak için kopya çektiğimi söylemem şart, Arkeoloji Müzesi.  İtiraf ediyorum 32 yıllık hayatımda ilk defa gidecektim. Utanıyorum, bir de aldığım eğitim düşünülürse, içimden geçiyor sürekli "yazıklar olsun Dilek sana". Yine de hiç gitmedim demekten daha diyi durumdayom artık.

Akyol'daki evimden çıktım, Plato'nun hemen yanında merdivenlerden indim, ver elini Fındıklı tramvay durağı. Şükürler olsun ki akbil dolu bu sefer. Gülhane durağında indim. Parkın girişinden Arkeoloji Müzesi'ne emin adımlar, sonrasında hemen bir Müze Kart aldım, sadece 20 TL ki bence son zamanlardaki en iyi alışverişim.

Müzeye girdim, dolaştım, çıktım... Bunun hikayesini bir sonraki kayıtta göreceksiniz. Asıl konu, müze gezisi sonrası, yine öneri üzerine, biraz soluklanmak ve kahve molası vermek için oturduğum müze bahçesinde başlıyor. Orada hissettiğim huzuru ve sessizliği size anlatmam mümkün değil. Düşünün, kendi konuştuklarımı bile duyamaz hale geldim. Bir an kafamı kaldırdım ve etrafımdaki güzelliğin farkına vardım ve bir anda defterime karaladığım notları aynen yazıyorum:
"Şehr-i İstanbul, sen çok gizemli ve büyüksün. Dışındaki hırsız, iki yüzlü ve bencil sen, aslında kocaman bir kalbi ve aşkı taşıyorsun. Seni, gerçek seni aramaya karar verene, ruhunun kapılarını aralıyorsun. Kim ki kendini özgür bırakırsa asıl sana ulaşabiliyor. Bana şu an huzuru verdin sen, hafif esen rüzgar, asılrık ağaçalrın kucağında mutlulukla şakıyan kuşların...
Korkuyorum bu huzurlu yuvadan çıkmaya, gerçek (aslında gerçek mi?) dünyayla savaşmaya. Ne zaman insanlar bu denli nefret eder hale hale geldi, toleransımızı ne zaman kaybettik, yine mi suçlu sistem?
... Onlarca tarihi lahitin, sütun başlığının arasında gözüme batanlar, günümüzün artıkları, Lipton köpük bardak içinde içi boş Kızılay soda şisesi. Bir cafe menüsü ve üzerindeki fiyat etiketleri olan masada düşüncelerimi yazarken Iphone'un bir ses vermesini beklemek..."

İşte o anda karar verdim.
Ezberden uzak farklı bir şey yaşıyorum, bunu da  yazıya dökmek istiyorum. Belki de bir daha asla elde edemeyeceğim bir hediye geldi bana, kendime ait olan bir zaman.
Bu sürede gezeceğim yerler benim değil ama ben, Dilek olan ben, her gittiğim yer için ne düşüneceğim, nasıl göreceğim, neye ağlayacak neye kızacağımı merak ediyorum.  Yolda başıma gelecek  aksiliklikler ya da ufak heyecanlar ne olacak? Kendi gözümle ve yüreğimle, kısa ve aslında kod adı İstanbul olan bu geziyle kendi içimdeki yolculuğa çıkıyorum.

Burada vereceğim bilgiler yanlış veya eksik olabilir, dilim sürçebilir, potlar kırabilirim, ki yapmadığım şeyler değil, ama yazacağım. Hepsi bana ait olacak.. İlk başlarda eksik kalacak, komik ve koyacağım fotoğraflar da kötü olacak. Ama benim olacak...
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder