12 Eylül 2010 Pazar

"Onlar"dan Zarar Gelmez!

08 Eylül 2010, Çarşamba

Bugün arife, evden çıktım, Zincirlikuyu Mezarlığı'na doğru. Saat 14:00 buluşma vakti. 


Hepimiz biliriz Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişindeki özlü sözü, "Her Canlı Ölümü Tadacaktır".
Evet doğru, hiçbirimizin sonu farklı değil, o yüzden bunun bilincine varıp sağa sola ahkam kesmeyelim.

Ölüm > Ölmek > Kaybetmek > Özlemek > Son > Başlangıç > Acı > Mutluluk


Ben kaybetmenin ne demek olduğunu gayet iyi biliyorum ve bunun ardından gelen özlem duygusunu da tanıyorum. Acı çekmek de diyebiliriz ki hayatın bir parçası.
Acı olmadan mutluluk anlaşılmazdı ya da kaybetmeyi anlamadan sahip olmanın değerini bilemezdik. Evet, ben de bir gün öleceğim, bundan korkmadığımı söylersem yalan olur ama asıl korkutan ölene kadar olan süreçte bir şey yapamamış olmak ya da dönüp geçmişe baktığımda "boşa geçmiş bunca zaman" demek.


Ölüm sadece belli bir sürecin sonu. Ölümle yaşamayı öğrenince nefes aldığım her saniyenin değerini daha iyi anlayabiliyor ve kıymetini biliyorum. Ölenle ölmenin anlamsızlığını fark edecek kadar iyi ve yakın bir örnek var hayatımda. Bu korkaklığı ve acizliği de anlayamıyorum. Buradan göçenin paçasına yapışıp sürekli çekiştirmek de ne demek? Rahat ol, rahat bırak.


Ölümü doğal karşılıyorum ve bazem çok mu duygusuzum diye düşünüyorum. Hayvan kadınn! Ama mantıklı düşününce hiçbir çözümü yok, elimden hiçbirşey gelmez. Ne yapabilirim, gören olmuş mu gidenin geri geldğini. Bu demek değil ki ağlamam, bağırmam  ya da çağırmam. Hepsini yaptım ama gittiğini, gelmeyeceğini ve benim burada bir şekilde varolmam gerektiğini kabul ediyorum. Olmuş olanı değil de olacak olana çaba sarfetmeyi seçiyorum.


Gelelim mezarlıktaki Aydın ailesinin macerasına.
Buluşma saati 14:00 iken ben 14:30'da orada olabildim. Bir kuzen de ancak 15:15 de varabildi. 45 dakikalık bekleme sürecinde annemle Zincirlikuyu Mezarlığı'nın avlusunda oturup, tatlı tatlı esen rüzgarla dedikoduya daldık. (Ağabeyim de uzakta başka kuzenle konuşmakta ama beklemekten o kadar sinirli ki biz yanaşmıyoruz o tarafa) 


Ufak bir havuz var, banklar gölgede. Çiçeklerle bezenmiş bahçe. Dışarda yoğun trafik var ama ben burada huzurluyum, korna seslerini bastıran kuş seslerinin arasında. Su sesi de hoş geliyor, utanmasam yatacağım anamın kucağını, sırtımı kaşıya kaşıya uyutsun beni. Bizim için en değerli varlıkların mezarını ziyarete gelmişim en nihayetinde ama ben bu bahçedeki her renge ayrı ayrı bakıp yaşamaktan ne kadar çok zevk aldığımı görüyorum. 
Evet evet beklenmeyen ölümler sonucu elimizde kalan bir avuç toprağı ziyaret etmeye geldik. Evet sorguladım çok, lanet ettim, haksızlığa karşı nefretimi kustum ama yaşam devam ediyor. Birileri giderken birileri geliyor. Doğa sürekli yenileniyor ve ben bunları kaçırmak istemiyorum. Yaşamayı seçiyorum. lanet okumadan, selamımı vermek istiyorum. Mezarına dokunup, "ben iyiyim babacığım merak etme" demek istiyorum


Karşımdaki Garanti Bankası'nın merkez kulesinde çalışan yüzlerce insan farklı farklı dertlerde, kafaları onlarca şeyle meşgul. Ama acaba kaç tanesi gerçekten neler olup bittiğini ya da neleri kaçırdığının farkında. Kaçamayacakları gerçek ölüm ve burada kazanılan burada kalır, o tarafa hiçbir şey götüremezsin. "Huhu, küçük insanlar olmaktan vazgeçelim, hadi artık, biraz dışarı bakın ama. En yakınınzdaki örnekler sizi kendinize getirsin"


Dışardan çiçekçi almıyorlar içeri, haksız kazanç sağlamasın namı diğer çingeneler diye. Yeni fark ettim ki içeriye de bir çiçekçi açılmış. "Bizden alın, onlardan almayın, biz kazanlaım, küçük balıklar ölsün" . Zorraki dayatma ama hala herkes dışardan alıyor çiçeği, lal alaalal...


Saat 15:15 ekip tamam, mezarlığın derinlerine doğru yola çıkmaya hazırız. Arabayı ben kullanıyorum ve annem sürekli ne yapmam gerektiğini söylerken ben de inatla kendi bildiğimi yapıyorum  ama her zaman olduğu gibi onun dediğine geliyorum ve korkunç bir karmaşanın içinde buluyorum kendimi. Geri dönüp ağabeyimi alacağım diye dört dönüyorum aynı daire içinde, imdaaattt. Söz veriyorum bir daha annemle tartışmaycağım, ne derse yapacağım !!!!


İlk durak "babam". Yeri güzel aslında ama tam çamın altı olduğu için bir türlü istediğimiz şekilde çiçekler büyümüyor. Annem sinirli duruma, dua ediyor ama aklı bakımsız mezarda, bir taraftan da söyleniyor. Ben de elime almış fotoğraf makinesini geziniyorum.
Babamın yeni komşuları var. Anlamıyorum babam öldüğünde mezar yeri aldık ve dedik ki iki tane alalım da aile mezarlığı olsun ama ne cevap verdiler " Yok, ancak tek tek alabilirsiniz, ölünce!" de peki burada ki koca koca içi boş kabristanlar ne?


Etraftaki mezarların bazısı sade, bazıları çok bakımsız, belli ki geleni gideni yok.. Üzülüyorum. Bazıları da  yıkılıyor, siyah mermerler, çakıl taşları... Aaa o da ne kalp biçimde mezar taşı, daha neler. Bu işin de ayrı bir modası var, wallahi var, takip etmek lazım.


Mezarlık, mezarlar ve ölmüş bedenler beni korkutmuyor. Daha çok mezarlıktaki su dökmek ve dua etmek için bir anda beliren karakterler ya da bir bayram günü arabaların sıkışması, daracık yollardan çıkamamak. Ama bu da buranın gerçeği yapacak bir şey yok. 


Bir de ölülerin bana ne zararı olabilir ki, dedikodu yok, çekişme yok, kavga yok, alışveriş yok, yok da yok. Tek taraflı sessizlik hakim, en iyi dinleyici o. Ayrıca benimle ne alıp veremediği olabilir ki, o çoktan aşmış benim yaşadığım saçmalıkları, sıyrılmış gitmiş bu fani dünyadan. Ben, benden ve etrafımdaki iki ayaklı anca boş laf konuşanlardan korkarım.


Babamın yanındayken kendimi huzurlu hissediyorum, sakinleşiyorum. Hatta bugün dedim ki acaba daha mı sık gelsem. Çünkü kafam aydınlanıyor, bana kaçamayacağım gerçeği net bir şekilde gösteriyor ve ben bundan mutluyum. Onunla konuşuyorum, aslında hep konuşuyorum sanki her sorunumda yol göstericimmiş gibi. Yani o benim yaşamımın bir parçası, ölü ya da diri, o benimle.


Buradan çıkıp "anneannem"e doğru yol alıyoruz da o merdivenler var ya wallahi adamı katil eder. Bir de kardeşim hiç mi standart boyutu olmaz o merdivenin, hem bacak geriyor hem nefes kesiyor, bir de sıcak mı sıcak. Hay bin kunduz, neyse küfreteyeceğim mübarek günde, bir de burada olmaz yani. Anamın koluna gireyim, nefesi kesildi bile.


Tamam, herşey tamam da bu mezarlık yönetimi ne yapıyor? Nasıl bu kadar bakımsız herşey, neden yürüyecek yol yok. Camel Trophy sanki, ne o mezarlık ziyareti yapacağız aman yürüyüş ayakkabılarımı giyeyim. Yok ya... Her yerim çizidli, ayağımı mermere arasına sıkıştırdım. Ne o vicdanımı rahatlatacağım diye kendimi yaralıyorum ohooooo.
Bir de yani eğri oturup doğru konuşalım. Kişi ölünce buralardan gidiyor, kaldı ki  biz onu alıp toprağa defnediyoruz, o yıllar sonra toprak olmak üzere son uykusuna yatıyor. Sonra ne yapıyoruz kendi vicdanlarımızı rahatlatmak, öleni yüceltmek, biraz da sağa sola hava atmak için mezarları süslüyoruz. Ama bunun parası ile yapıyoruz, bir bedeli var.  Ve tamamen kendi bencilliğimizden yaptırdığımız bu mabetlere ulaşmak en büyük hakkımızken, yönetim buna izin vermiyor.  Ne gidene ne kalana rahat var.


Anneannemle de helalleştim, dedim arada uğra bana rüyalarımda. Belki yol gösterir ben de bu çıkmazlardan kurtulurum. Kısa ama koyu muhabbete daldım, sanırım bu de benim kendimce duam, onlarla benim aramda.


Vedalasma vakti geldi. Artık herkes olağan yaşamına dönüyor. Annem Beşiktaş'a, ben ağabeyimle Levent'de bir şeyler yemeye.. (ahh ahh hiç yemeseydim keşke bütün gün midem ağzıma geldi)


Şimdi eve dönüş yolundayım, direksiyon başında. Dalmışım düşünüyorum, bir kaç gündür olanları. Aklım karşık, iş konuları, öyle mi böyle mi derken kaybolup gittim soru işaretlerinin arasında, toplanmam lazım. Ama mezarlık çıkışı kendimi iyi hissediyorum ve aniden 9 ay önceki kararımı, işi bırakma süreçlerim, hatırlıyorum.


Kendimin peşinden gideceğim. Yine öğretilmiş ve bize zorunlu tutulan (geçim derdi deniliyor sanırım) belirli koşullara bağlı kalmadan kendi düzenimde yaşamaya çalışacağım. Buna hizmet edecek iş benim için iyi olandır. Beni benden alan değil,  bana bir şey katacak iş benim için iyi olandır.
Bir anda rahatladım, o duyduğum saçma korku dağıldı gitti. Yarının ne olacağı belli değilken ben 10 sene sonrasının endişesinin içinde boğulmak istemiyorum. Anın tadını olabildiğince yaşamaktır bundan sonraki hedefim. Yürü be Dilek.


Teşekkürler babacığım , teşekkürler anneanneciğim. İyi ki varsınız (!), siz olmasaydınız kendimi bulmam biraz daha uzun sürecekti. Sanırım siz buradan göçüp giderken bana yaşamayı öğrettiniz.


En geç Kasım'da görüşürüz yine.

1 yorum:

  1. Dilekciğim babanla ilgili yazdığın şeyleri okurken inanırmısın ağladım öyle acıtasyon şeklinde bir yazı değil ancak benimde babamı hergün kaybedebilme ihtimaline yaklaşmış olmamdan sanırım bir an bunları okurken bende kaybetmiş olsam diye düşündüm.ve sanırım 76 yaşında olupta hayatımızı kabusa çevirse bile yinede yaşıyor olması içimi rahatlattı..ne güzel bizimle çok özel zamanlarını paylaşman.yazıların takip ediyorum canım. seni çok öpüyorum Fatoş.

    YanıtlaSil