6 Eylül 2010 Pazartesi

Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar

26 Ağustos 2010, Perşembe

Kısa Galata turumdan sonra yürüyerek İstanbul Modern'e geldim. Bugün Perşembe, halk günü, giriş ücreti yok. Tek hedefim geçen sefer tam gezemediğim "Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar" sergisini gezmek.  (Şimdi fark ettim serginin ismi tam olarak benim durumu anlatıyor "yeni")

Salon tamamen yurdun sanatına ait. Zaman içinde gezintiye çıkıyorum onlarla beraber, daha önce duymadığım isimler ya da hep yanıbaşımda olan birbirinden ayrı, farklı isimler 

Her dönem için ayrıntılı bir açıklama mevcut. Osmanlı'nın son zamanlarından başlayıp günümüze kadar uzanan renkli yolculuk. İyisi kötüsü, anladığım anlamadığım onlarcası.
Beğendiğim ve merak ettiğim isimleri not alıyorum ki daha çok bilmek istiyorum onlar hakkındaki herşeyi:
Hikmet Onat, Halit Paşa, Tekezade Said, Mihri Müşfik Hanım, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Kuzgun Acar, Orhan Peker, İhsan Cemal Karabucak, Ali İsmail Türemen, Aliye Berger, Şükriye Dilmen, Azade Köker


Sergi de gezerken başım dönmüyor değil, çok fazla eser var, hangisi ne? Şükürler olsun ki az çok bildiğim için zorlanmasam da adapte olmak için uğraşıyorum hani. Yaaa, yine söyleniyorum ama burası çok soğuk yahu. Şalla örtünmüş ya da pantalon giyenlere kıskanarak bakıyorum. Şu havalandırmanın bir ayarı yok mudur?

O kadar farklı insanlar var ki içerde. Şurada oturan yaşlı çifti dışarda görsem hayatta bu sergiye gireceklerin tahmin edemezdim. Ya da belinde freebag olan 50 küsür yaşındaki adam ve genç sevgilisi. Resimlerin önünde durup adamın yorumlarını dikkatle dinliyor genç sevgili.
Ne kadar çok şekilciyim, bu çok kötü bir şey, insanları dış görünüşü ile yargılamak. Çok ayıp Dilek çok...

Gayet iyi giyimli bir iş kadını da giriyor içeri, elinde de müze telefonu. Hızlıca bakıyor etrafa, ilgilendiklerini dinliyor. Sanki kredi kartını çıkarıp bir kaç tanesini alacak hemen.

Genci yaşlısı, Türk'ü yabancısı, geziniyoruz içerde. Bir o bloktan bir bu bloğa, arkasına önüne, bir ileri bir geri resimlere bakıyoruz. Keşke daha çok oturabilecek alanlar olsa, bazen yoruyor bu kadar çok gezinmek, yoruldukça da geriliyorum ya zevk alamaz duruma geliyorum. Gerçi hep gergin olduğum için yorulmama da gerek yok.

Geçmişten günümüze geldikçe, rahatlıyorum. Biraz daha fazla tanıdık, kendimden emin yürüyorum. En son bir bakıyorum ki Leyla Gediz. Resmi aydınlık ve huzur veriyor. Çok net ve ne istediğini biliyor sanki. Tam benim zıttım.  Çok gurur duydum arkadaşımla. Bir an böyle içime sokasım geldi. Ellerine ve yüreğine sağlık.

Sergi neredeyse bitmek üzere, otoportreler kısmına geliyorum. Kabul etmeliyim artık boş boş bakmaya başladım. Hafiften sıkılma durumu hakim. Derken muhtesem manzara ile karşılaşıyorum. Hemen cama bakan bir banka kendimi atıyor ve denizi izlemeye başlıyorum. Her ne kadar manzarının büyük bir kısmı 25 katlı bir gemi ile kesilmiş olsa da önemli değil. Çok hafif esen rüzgar, uzaktan geçen motorlar, bulutlar ortmüş gökyüzünü ama çirkin bulut değil, beyaz beyaz pamukçuklardan. Maviyi içlerine hapsetmemişler, aksine yüceltiyorlar.

Demin yanımda gezinen bir çift şimdi dışarda trabzanlara yaslanmış izleyip, dinliyor İstanbul'umu. Fransızlar sanırım. Gözüm hatunun beyaz pantalonunda. Çok geniş paçalı rahat bir pantalon, paçaları tatlı tatlı salınıyor rüzgarla. Şimdi düşünüyorum  ben giysem bunu, ki en sevdiğim tarz hem de beyaz, anında çamur yaparım, yerleri süpürür, beyazın ırzına geçerim.

Çok üşümüş olmama rağmen denize bakmak içimi ısıttı, hafiften rahatlık kaplıyor her yanımı.
Bir an ne kadar çabuk mutsuz olabildiğimi fark ediyorum. En ufacık bir şey bile beni hemen aşağı çekebiliyor. Hele hele son günlerde o kadar çok kendimle uğraşıyorum ki gülümsemeyi ve çevreme bakmayı unutuyorum. Çevreyi bırak önümü bile görmüyorum. Kendi kurduğum dünyama hapsolmuşum, dışarı çıkış kapısının anahtarı yok sanki. Ama bu gezmeler ve görmeler bana iyi geliyor. Dünyanın merkezi olmadığımı ve de dışımdaki her bir detayın güzelliğini fark ediyorum.
Sıkıntımın içinden sıyrılabilmem için kafamı kaldırmak yetiyor, çünkü bana iyi hissettirecek bir şeyle karşılaşıyorum, kah bir balon, kah bir çiçek ya da denizdeki küçük dalgalar.
Gerçek olan güzel, acı da verse zaman zaman, güzel. Bilebildiğin, görebildiğin, dokunabildiğin, rahat gerçek... Güzel.

Offf, hiç aşk meşk durumlarına girmek istemiyorum, ama bu Fransız çift de ne güzel öpüşüyor be.. Keyfini çıkarın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder